Devletsiz Kalınca Mülteci Olduk
25 Haziran 2016

Devletsiz Kalınca Mülteci Olduk

AB mülteciler ile ilgili aldıkları kararları Akşam haberlerinde izlerken kendi kendime bir soru sordum! Bu soruyu siz de kendinize sorun! Kendilerine ait İslami bir devlet olsaydı, bugün Müslümanlar bu halde olur muydu? Sığınmacı ve mülteci konumuna düşerler miydi?

Doğrusu Müslümanlar kendi topraklarında bu kadar etkisiz, aciz halde olurlar mıydı? Bugün Müslümanlar İslam ümmetinin geleceğe dair meselelerden uzaklaştırılıp, günlük sorunların içinde bocalarken, İslam’a ve Müslümanların maslahatlarına ters düştüğü halde ABD, BM, uluslararası güçler, demokratik sistemin yöneticileri ve elitleri bizim adımıza düşünüp bizim adımıza kararlar alıyorlar. Biz de bunları kendi kararlarımızmış gibi sahiplenerek, onlarla amel ediyor veya hayatı bu kararlar üzerinden değerlendirip sorguluyoruz.

Halkın durumu böyle iken, Müslümanların içerisinden çıkan yöneticiler de, mevcut durumu tersine çevirecek herhangi bir iradeye sahip değiller. Aksine üzülerek söylüyorum ki yöneticiler, bu durumun meydana çıkmasında etkin bir rol üstlendiler. Öyle ki ümmetin meselelerine duyarsız, kendi öncelikleri olan, ABD ve diğer Batılı devletlerin direktiflerini harfiyen uygulayan yönetici sınıfı oluşturuldu. Hal böyle olunca zulümlere, savaşlara maruz kalan sahipsiz Müslümanlar, ya kendi yurtlarında sorunlarıyla baş başa yada sığınmacı veya mülteci statüsünde başka bir ülkenin şartlarını kabul ederek ailesiyle, çocuklarıyla zor şartlar altında yaşam mücadelesi verir oldular.

Peki, Müslümanlar bu duruma nasıl geldi?

RasulullahSallallahu Aleyhi veSellem’in Medine’de kurduğu İslam Devleti, Müslümanları bir araya getirmiş ayrılıkları, husumetleri ortadan kaldırmış, aynı şeye üzülen aynı şeye sevinen tek bir ümmet olma şuuru ile diğer ümmetlerden ayrıcalıklı bir halde idiler. Siyasi zorluklarına rağmen İslam ümmeti var oluşunu diğer ümmetlere de kabul ettirmişti. RasulullahSallallahu Aleyhi veSellem’den sonra Raşid Halifeler tarafından İslam Devleti’nin sınırları daha da genişletilerek varlıkları üç kıtaya yayıldı. Bin üç yüz yıl İslam medeniyeti yeryüzünde hak ve adaletle Müslim, gayrimüslim tebaaya tatbik edildi. Arada sınırlar olmayan geniş bir coğrafyada ümmet güven içerisinde yaşantısını sürdürdü. İslam’ın daveti, adaleti devlet eliyle Müslüman ordularla yeryüzündeki en uç noktalara kadar taşındır. Nerede bir Müslüman’ın başı sıkışsa, İslam Devleti ordularıyla oraya yönelir, tebaasından kadın veya erkek olsun bir kişi dahi mağdur bırakılmazdı!

RasulullahSallallahu Aleyhi veSellem şöyle buyurdu;إِنَّمَا الإمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ***"İmam (Halife) bir kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur." (Buhari- Müslim)*

Yaşanmış birçok diğer örneklerle birlikte ‘’Amuriye’de’’ yaşananlar yazdıklarımı ispatlar niteliktedir. Afyon/Emirdağ dolaylarında bulunan, eski adıyla Amuriye şehrinin Rum valisi, yağmaladığı civar Müslüman kasabalarından birisinden çıkarken birçok esir alır. Bu esirler içinde bulunan bir Müslüman kadın Rum valisinin kendisine eziyet ve hakaretleri karşısında “VaMu’tasımah/Mu’tasım neredesin?!!” diye haykırır. Bunun üzerine vali dalga geçercesine kadına: “Tabi, Mu’tasım beyaz atlı ordularıyla şimdi gelir ve seni kurtarır.” der. Bu haber Hilafet merkezi Bağdat’a ulaşır ulaşmaz Halife Mu’tasım Billah, tam da Rum valisinin alaycı dille ifade ettiği gibi beyaz atlı 4.000 kişilik süvari birliğinin öncülük ettiği devasa bir ordu hazırlar. Rum valisine bir mektup gönderen Abbasi Halifesi bu mektubunda aynen şöyle der: “Müminlerin Emiri Mu’tasımBillah’dan Rumların köpeğine! Esir aldığın bacımı derhal serbest bırakmazsan sana öyle bir ordu hazırlıyorum ki, bir ucu burada (Bağdat’ta) öteki ucu da orada (Amuriye’de) olacak.”

Mu’tasım bir tek kadının “VaMu’tasımah!” haykırışı üzerine dediğini yapar, devasa bir orduyla Amuriye üzerine yürür. Bu büyük Rum şehrini zapt eder. Kendisine haykırışta bulunan kadını kurtarır ve ona “Ey mümine hanım! Emin ol ki, çağrını işitir işitmez bir an bile beklemeden hemen yola koyuldum.” der. (Bu, Müslüman bir yöneticinin tebaasının haklarını koruyamadığından dolayı Allah’a vereceği hesabın korkusuyla söylenmiş bir tür helallik talebini içeren sözdür.) Zira Allah RasulüSallallahu Aleyhi ve Sellemمَا مِنْ عَبْدٍ اسْتَرْعَاهُ اللَّهُ رَعِيَّةً، فَلَمْ يَحُطْهَا بِنَصِيحَةٍ، إِلاَّ لَمْ يَجِدْ رَائِحَةَ الْجَنَّةِ***“Allah kime bir yöneticilik verir de o halkını aldatır ve o halde ölürse Allah ona cenneti haram kılar”***(Buhari)buyurmuştur.

Müslümanların durumu güvenlik açısından böyleydi. Ekonomik yönden ise öyle bir seviyeye ulaşıldı ki, neredeyse zekât verilecek kimse yoktu da Hıristiyanları İslam’a ısındırmak adına zekâtlar onlara dağıtılırdı.

Yine Ömer b. AbdulAziz Radiyallahuanh kendi hilafeti döneminde***“Dağlara buğdaylar serpin! Müslüman ülkede kuşlar aç demesinler..!”*** buyururdu. Müslümanların böylesi seçkin örnekleri tarih kitaplarında çokça yerini almıştır.

Bin üç yüz yıl boyunca Müslümanlar, ne sığınmacı oldu! Ne de mülteci!

Müslümanlar, dinlerine bağlı ve İslam’ı güçlü bir şekilde yaşadıkları zaman, İslami devlet de hep güçlü, hep zirvedeydi. Koruyucu kalkan olan Hilafet, kaldırıldıktan sonra Endonezya’dan Fas’a ümmet sahipsiz kaldı. Başta ABD olmak üzere, İngiltere ve diğer Avrupa devletleri, “İsrail” ve Rusya sahipsiz kalmış Müslümanlar üzerinde çeşitli operasyonlar yaptılar. Hala da operasyonlara devam ediyorlar. Şekil itibariyle farklı olsa da Haçlı zihniyeti ve haçlı seferleri devam ediyor. Sadece savaş meydanlarında değil, topyekûn bir saldırı, topyekûn mücadele var. Üstelik topraklarımızla, enerji kaynaklarımızla kalmıyor beyinlerimiz de işgal ediliyor.

Öyle ki terörün başı, terörü üreten, finanse eden ve topraklarımızı ateş çemberine çeviren ülkelerin başında, ABD, İngiltere, Rusya ve“İsrail” gelirken, Müslümanları teröristlikle suçlayarak Müslüman halkın başına varil bombaları yağdıranlar yine bu ülkeler. Yüzyılı aşkındır kaynaklarımızı sömürmeye doymadılar. Daha derinlere inmek istiyorlar. Yukarı da belirttiğim devletler ve onların Afrika’da, Asya’da, Ortadoğu’da ki yerli işbirlikçisi zalim yöneticilerin acımasız zulmüne maruz kalarak binbir zorluklarla göç etmek zorunda kalan Müslümanlar, kendilerine uzanacak bir yardım eli ararken bile zulme maruz kalıyorlar. Binlerce ölü, milyonlarca yaralı, kalacak yer sıkıntısı, ailelerin dağılması, aşağılanma, hor ve hakir görülme, namusların kirlenmesi, ucuz iş gücü…Çekilen sıkıntıyı saymakla bitiremiyoruz. Ya bunları yaşayanlar!!!?

Kendilerine ait devletini kaybeden, devletsiz kalan Müslümanlar, güçsüz kalarak var olmanın mücadelesini vermeye devam ediyor!

İşte o ‘’keskin ve yıkıcı’’ darbeden sonra, Hilafet’in yıkılmasından sonra Müslümanlar olarak hep ölüyoruz, hepimiz esaret altındayız, hepimiz kendi topraklarımızda yabancı mülteci konumundayız…! Ya kâfirler? Bizim topraklarımızda basmadık yer bırakmadılar. Ya petrol için, ya yağma ve talan için, ya katliam ya da zulüm için. Şimdi soruyorum bunun sorumlusu kim? Mazlum ve mahzun Müslümanlar mı? Yoksa kâfirlerin sofrasına oturan ve onları kendi sofralarında ağırlayan yöneticiler mi?

@Kadir_Kasikci