17 Aralık, Ak Parti Ve Cemaat Çatışmasında Zirve
31 Aralık 2013

17 Aralık, Ak Parti Ve Cemaat Çatışmasında Zirve

17 Aralıkta yapılan operasyonla birlikte uzun zamandır tartışılan Cemaat-AKP çatışması iktidarda söz sahibi olmaktan çıkıp yerini siyasi hamlelere bırakmıştır. 25 Aralıkta yapılmak istenen fakat yapılamayan operasyonla bu işin boyutlarının nereye geldiği görüldü. Dershanelerin kapatılma kararı ile gün yüzüne çıkan süreç aslında 2011 den bugüne gelen süreçtir.

2011 genel seçimlerinde Erdoğan, Cemaat’in aday listesinden birkaç isme yer vermiş, yine Cemaat’in kabinede yer almasını istediği isimler, Erdoğan tarafından teğet geçilmişti. Bununla birlikte AKP, kurumlardan Cemaat’i tasfiye sürecine girmesi, Cemaat’in MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a hamle yapması, Erdoğan’ın soruşturma iznini kendisine bağlamasıyla tırmanmıştı. Gezi parkı olaylarında Cemaat’in Abdullah Gül’ü barizleştirme ve Erdoğan’ın aldığı tavırları eleştirmesi, safları birbirinden daha da uzaklaştırmıştı. Buna dershaneler sürecinin eklenmesi ve 2004 MGK kararlarının yayınlanması karşılıklı operasyonların habercisi oldu.

17 Aralıkta yolsuzluk adı verilen operasyonda Bakanların çocuklarının, Fatih Belediye Başkanı ve çalışanlarının, İş adamlarının ve en önemlisi de Halk Bank Genel Müdürünün alınması, bununla birlikte 25 Aralıkta yapılmak istenen fakat hükümetin engellemesiyle yapılamayan operasyondaki İş adamlarının listesi aslında bu operasyonun yolsuzlukla birlikte, hükümete yapılan operasyon olduğunu da ortaya çıkardı.

Bu yaşanan süreçte AKP’nin, bu operasyonlara verdiği tepkileri ve Cemaat’in buradaki üstlenmiş olduğu role dikkatleri çekmek istiyorum. 17 Aralık günü yapılan operasyonun şokunu yaşayan AKP, şoku üzerinden atmasıyla karşı operasyona geçti. Emniyette görevden almalar başladı. Soruşturmaya yeni savcıların atanmasıyla direk emniyete ve yargıya müdahale yaptı. Bu müdahalenin neticesinde 25 Aralıkta yapılmak istenen operasyonu engelleyebildi. Bundan sonra yapılacak operasyonlarda astın üstüne bilgi verme zorunluluğunu getirdi. Fakat bu idari karar HSYK tarafından eleştirildi. Danıştay’da bu kararın yürütmesini durdurdu.

AKP hükümeti, Gezi Parkı olaylarında olduğu gibi Erdoğan’ın yapmış olduğu mitinglerde ve açılışlarda halkın desteğini almaya çalıştı. Bununla birlikte kabinede değişikliğe gitti. Yeni 10 bakan atadı. Bu süreci kendi yazılı ve görsel medyasıyla lehine döndürmeye, bu operasyonun yolsuzluk değil, hükümete yapılan uluslararası bir operasyon olduğunu anlatmaya çalıştı.

AKP’nin söylemlerine gelince; “bu operasyonu devlet içindeki şebeke, dini motifli örgüt, yasa dışı örgütler yaptı. Bunlar delil üretiyorlar, ortaya konan delillerin aslı astarı yok, ortada silah yok neden terörle mücadele birimi operasyon yapıyor. Bunların inlerine gireceğiz, devlet kurumlarından temizleyeceğiz, vesayeti asla kabul etmeyiz, paralel devlete izin vermeyeceğiz. Sen savcı mısın yoksa bir örgüt militanı mısın? Bunlar nereye hizmet ediyorlar, uluslararası güçlerin maşaları, bedduaya lanet, duaya davet, bu hükümette yolsuzluk olsaydı, ülke geliri artar ve yapılan hizmetler bu kadar olurmuydu. Gelinen durum istiklal mücadelesidir” gibi söylemlerde bulundu.

Cemaat’in üstlendiği role gelince; Cemaat’in yıllardan beri Türkiye içerisinde yapmış olduğu çalışmalarda, devlet kurumlarında özellikle orduya, emniyete ve yargıya girmek istediğini bu isteğini de en rahat bir şekilde AKP döneminde gerçekleştiğini, buna binaen Cemaat’in 2011 genel seçimleri de dâhil AKP’yi desteklediği herkesçe malumdur. Fakat yukarda saydığımız gerekçelerden dolayı, 2011 den bu yana AKP’ye karşı bir operasyonun başlatıldığı ortaya çıktı. 17 Aralık operasyonunun başlangıcının 14 ay öncesine dayandığı yine 25 Aralıkta yapılmak istenen operasyonun soruşturmasının 2 sene önce başlatıldığının açıklanması, bu işin menfaat çatışmasından siyasi hamle boyutuna geldiğinin bir göstergesi olmuştur.

Bu soruşturmaların büyük bir gizlilikle yürütülmesi, operasyonu gerçekleştiren Şube Müdürlerinin üstlerine haber vermemeleri, savcıların soruşturmayı başsavcıdan ve UYAP’tan gizlemeleri, Bülent Arınç’ın bizi uyutmuşlar sözü ve HSYK’nın 12 üyesinin ortak yaptıkları açıklama ve danıştayın üstlere haber verme kararının yürütmesini durdurması, Cemaat’in devlet kurumlarındaki etkinliğini gözler önüne sermiş oldu. 17 Aralık süreciyle gizlilik kararı bulunan delillerin yazılı ve görsel basınına servis edilip yayınlanması, hükümete karşı özellikle CHP ile birlikte başlatılan yolsuzluk kampanyası, operasyonları destekleyen açıklamaları, bu işin Türkiye ayağında cemaatin olduğunu ortaya koydu.

Fetullah Gülenin “eğer yaptığımız İslam’a, Kur-ana, Sünnete, modern hukuka ve demokrasiye aykırı ise” diye başlayan bedduası, Erdoğan’ın “sizin ininize gireceğiz” sözüne verdiği cevaplar bu işi üslendiklerinin bir diğer açık delili olmuştur.

17 Aralık operasyonu ile başlayan sürecin Türkiye’ye iktisadi etkisi yeni İçişleri Bakanı Efkan Ala tarafından yapılan açıklamada 104 milyar dolar olduğu, operasyonun, önceden haber verilen kesimler tarafından dolar satın alındığını belirtmesi bu sürecin geldiği boyutu göstermektedir. İktisadi kayıp bize bu filmi daha önce gördüğümüzü hatırlattı. Türkiye’de hiçbir siyasi kriz yok ki sonucunda iktisadi kayıp olmasın ve birileri bu krizden cebini doldurmasın. 2001 siyasi krizinden sonra bu ülkede bankalar hortumlanmış, ortaya büyük kayıplar çıkmıştı.

Bu duruma gelmenin enönemli sebebi, kapitalizmin gerçek yüzünün anlaşılmamasıdır. Eğer sizin ekonominiz dışa bağımlı ise, üreten değil, kurumlarınızı özelleştiren iseniz, yabancı sermaye üzerine ekonominiz kurulmuşsa, en ufak bir siyasi krizde, ülkenizin kaynaklarının gidişini izler durursunuz. Çok övündüğünüz ekonominin hali yaşanacak bir iki siyasi krize bakar. Buda Türk ekonomisinin sağlam temeller üzerinde değil, pamuk ipliğinde olduğunun göstergesidir.

Ortaya çıkan bu durumla alakalı Cemaat’e söylenebilecek çok şey var ancak kısaca; söz konusu Müslümanlar olunca hoşgörüyü unutan, uydurma delillerle operasyonlar yapıp onları mahkûm ettiren, Irakta, Suriye de, Afganistan da katledilen Müslümanlar için açıklama yapmayan, Mavi Marmara saldırısında İsrail otoritesinden izin alınmalıydı diyen, Vatikan ve Amerika’ nın “dinler arası diyalog” ve “ılımlı İslam” projesinin temel taşı olan bu Cemaat’e ve liderine söylenebilecek söz; “Allah (c.c.) sizi ıslah etsin”.

AKP’ye gelince; yasa dışı örgüt dediğiniz bu Cemaatle 2002’den beri birlikte hareket ettiniz. Sizin tabirinizle şebeke olan bu taife, muhlis, garip Müslümanlara operasyonlar yaparken, uydurma delillerle dosyalar açarken, 2005, 2007 özellikle 2009 da Türkiye genelinde Hizb-ut Tahrir’e mesnetsiz delillerle tutuklamalar yapılıp iftiralar atılırken, emniyeti ve yargıyı teslim ettiğiniz bu yasadışı örgüt’e o dönem hiç sesiniz çıkmadı. Hükümet olarak üç maymunları oynadınız.

O garip Müslümanların atılan iftiralara sizin gibi 20 ‘ye yakın televizyon kanalından ve 10’na yakın gazeteden anlatacak imkânları yoktu. Bu taife size dokununca yasadışı örgüt oldu. Müslümanlara saldırınca, insafsızca cezaevlerine yollayınca, şebeke değillerdi. Yazık size. Şimdilerde bu operasyonlarda açılan mahkemelerde yüzlerce Müslüman’a “terör örgütü” üyeliğinden verilen cezalar, Yargıtay tarafından onanmaya başladı. Ergenekon, balyoz gibi açılan davaların yeniden görülebileceği sizin tarafınızdan kulislerde dillendirilirken, bu süreçlerde Müslümanlara açılan davalar hakkında neden sesiniz çıkmıyor?

Özellikle şunu belirtmek isterim, bu iki harekette Amerika’nın icazeti ve desteğiyle kurulmuş hareketlerdir. İşleri bitince kendilerinden öncekiler gibi bunlarda gözden çıkartılacaktır. Son olarak İslam ümmeti içerisindeki hareketlerin dış güçlere dayanmasının nasıl bir hata olduğunu, Hizb-ut Tahririn kurucusu Âlim Takiyyuddin En Nebhani, Hizbi Kitleleşme kitabın da şöyle değerlendiriyor;

Yabancılar kültürlerini yayarken şahsiyetlerini nasıl birer ilham ve başvuru kaynağı olarak lanse etmişlerse, siyaset alanında da aynı yöntemi kullanarak, özellikle menfaat düşkünü siyasetçilerin gözüne kendilerini birer destekçi ve yardımcı olarak takdim etmişlerdir. Birçok kitleleşme hareketlerinde bilinçsizce yabancılardan yardım istenilmesinin sebebi budur. Yabancılardan herhangi bir şekilde yardım istemenin kim olursa olsun bir yabancıya dayanmayı meşrulaştırmanın, iyi niyetle olsa dahi bir yabancı zehirleme olduğu ve ümmete karşı işlenilmiş bir ihanet olduğu fark edilmeden dış devletlerden yardım dilenmeyi düşünenler ortaya çıktı. Bu kişiler, davamızı bizim dışımızda başkalarına bağlamanın, siyasi bir intihar olduğunu kavrayamadılar. Bu açıdan bakıldığında yabancılara dayandırılmış ve bunu destekleyen düşüncelerle zehirlenmiş herhangi bir kitleleşmenin, başarı kazanma imkânı yoktur.