Toplumsal Değişim Ve Değişimin Öncüleri
06 Şubat 2017

Toplumsal Değişim Ve Değişimin Öncüleri

Toplumlar, üzerine hakim olan fikirler, duygular ve fertler arasındaki ilişkileri düzenleyen nizamın yani fertleri birbirine bağlayan bağın değişimi ile değişirler. Toplumda refah düzeyinin yüksek olduğu, aynı nisbetle temel ve lüks ihtiyaçlarının temininde zorlanmadığı, toplumdan her kesimin kendi kabiliyetleri ile ihtiyaçlarını giderebildiği şartlarda değişim ihtiyacı hissetmezler.

Osmanlı Hilafet Devleti İslam'ın dili olan Arapça’ya gereken önemi vermediğinden sahip olduğu İslam İdeolojisini anlayamaz duruma geldiğinde ve düşüşe geçtiğinde; Batı’nın maddi gelişmişliği karşısında ortaya çıkan yeni meseleler hakkında ideolojisinden beslenemeyip fikrî olarak donduğunda değişim ihtiyacı hissedildi. Sahip olduğu ideolojisine yönelmek yerine, Batı’daki gelişmeleri ithal etmeye yöneldiğinde, Batı’daki gelişmişliğin motoru olan sanayileşme yerine onun fikrî liderliğini ithal etmiş oldu. Batı'nın fikrî liderliğine hayranlık duyan kadrolar eliyle "Batılılaşma, çağdaşlaşma" sloganlarıyla Cumhuriyet dönemine geçiş yapıldı. Toplumda değişimin öncüleri, Batı'nın fikrî liderliğini benimsemiş kadrolar oldu. İşte bu kadrolar, "halka rağmen halk için" gerçekleştirdiği reformlar, kalkınma adına Batı’nın fikrî liderliğine hizmet eden eğitim müfredatı, ithal edilen Batı kaynaklı kanunlar yoluyla; Müslüman halkın maslahatlarının belirleyicisi ve koruyucusu olmasında, yaşam tarzı ve hayata bakış açısı bakımından, fikirler, olaylar ve vakıalar hakkında hüküm verme bakımından İslam'ın hayatla ilişkisini kopardı, zihinlerden uzaklaştırdı, Müslüman halkı başkalaştırdı, kendi değerlerine yabancılaştırdı. Böylece toplum köklü bir biçimde değişime uğratıldı. Her ne kadar İslamî duygular hala canlılığını sürdürse de, İslamî fikirler ve bu fikirlerin hayatta uygulanma biçimi konusunda bilinç kaybolduğundan İslam, düşüncede kalan, davranışlara yansımayan, hayatta hiçbir tesiri olmayan, fikirlerden bir fikir haline geldi.

Hal böyle olunca Müslüman halk, karşı karşıya kaldığı meselelerde ne kadar duyguları harekete geçse de bu duygular yönetici tabaka tarafından istismar edilmek için kullanılan elverişli bir malzeme mesabesinde kaldı. İslam hayatta geçersiz kılınınca, Cumhuriyet tarihi boyunca Müslüman Türkiye halkı, gerçek maslahatlarının gözetilmesinden mahrum kalmış, bu mahrumiyet nedeniyle, sürekli değişim ihtiyacı hissetti. Genel seçimler, anayasa referandumları yoluyla değişim talepleri tatmin edilmeye çalışıldı. Ancak toplumdan gelen değişim talepleri, bu değişimin hangi fikirler ekseninde gerçekleştirileceği konusunda, gerçekte “halka rağmen halk için” ancak “halka hizmet Hakka hizmet” sloganı ardına sığınarak toplum adına düşünen yönetici tabaka tarafından sürekli yönlendirildi. Toplum, Batı kaynaklı fikrî liderlik altında Demokratik örgütlenmelere alıştırıldı. Bu örgütlenmeler dışında fikrî ve siyasî olarak, hele hele İslamî fikirler etrafında, bir araya gelme ve bu yolla toplumsal değişimi gerçekleştirmeye ilişkin bir kanaat oluşturmak güçleşti. Son dönemde 15 Temmuz kalkışmasına adı karışan "FETÖ" adı verilen yapı üzerinden tüm İslamî yapılanmalar hakkında toplum nezdinde olumsuz bir hava oluşturuldu.

Müslüman şahısların Demokratik yöntemlerle bir araya gelerek örgütlenmeleri, "İslamî" parti olarak lanse edildi. Sistem tarafından kapatılan her (sözde) "İslamî" parti, yeni bir tabela ile var olan "ilkelerinden(?)" her geçen gün uzaklaştı, en sonunda "İslamî(!) gömlek" çıkarılarak "Muhafazakâr Demokrat" kimlik benimsendi. "Muhafazakar Demokrat" kavramı da, pragmatik/faydacı/menfaatçi bir zihniyetin, Müslüman halk bazında iyice yer edinmesine vesile oldu. Dilde bir tek "dava" kelimesi, kapalı ve ne kastedildiği anlaşılmayan bir kavram olarak kaldı. Nasıl ki; bir partiyi “Komünist” yapan, komünist düşünceler ve bu düşüncelerden kaynaklanan metod veya parti programları ise; bir partiyi “İslamî” bir parti yapan da, İslamî fikirler ve bu fikirlerden kaynaklanan parti programlarıdır. Ancak burada şahısların Müslüman olması yeterli görüldü. Hatta günümüzde artık Müslüman olması da aranmaz oldu ki; bu sözde "İslamî" partilerde çoğulculuk gereği, zaman zaman gayrimüslim fertler de yer almıştır.

Bu partiler üzerinden Müslüman halkın İslamî temelde köklü değişim arzusu, sürekli örselendi, yeise sürüklendi, enerjiler yapılması gerekenden uzaklaştıran ucuz mücadelelere kurban edildi. Her genel seçimde Müslüman Halk, Batı kaynaklı siyaset anlayışını “şer” gördüğünden ve siyasîlerin anlık değişen tavırları nedeniyle büsbütün siyasetten ve siyasî düşünmekten uzaklaştı. Böylelikle iradelerini, kendileri adına Batı kaynaklı Kapitalist Demokratik siyaseti benimsemiş siyasîlerin değişken ve ilkesiz vicdanına terk etti. Siyasîlerin benimsedikleri kanunların hangi maksatla çıkarıldığı hesaba katılmadan, çıkarılan kanunların kime ve neye hizmet ettiği bilinmeden kabullenildi. Sözde “İslamî” partiler, Müslüman halk ile uygulamada olan Batı kaynaklı sistem arasında “paratoner” işlevi gördü. Bu sayede sözde “İslamî” partiler, statükonun bekçileri oldukları gibi Müslüman halkı da fasit statükonun doğal dayanağı yaptılar. Bu partiler iktidar olduklarında, kendilerini Müslüman halkın iradesi olarak vasıflandırıp böyle inanılmasını sağladılar. Artık sözde “İslamî” iktidar aleyhinde söylenebilecek her söz ya da yöneltilebilecek her eleştiri, “İslam’a saldırı”, “ihanet” olarak algılanmaya başlandı. Hal böyleyken, Müslüman Türkiye halkının Demokratik seçimlerdeki tavrı, “şer”ler arasından “ehven” olanı seçmek şeklinde olmuştur. Bu tavır da yine sözde “İslamî” partilerin oy toplamak için kullandıkları sinsi üsluplardan bir üslup olsa da, Demokratik tüm siyasî partilerin aslında “şer” olanı, yani Müslümanların tiksindiği, Batı kaynaklı “değişken ve ilkesiz” tarz-ı siyaseti temsil ettiği yönündeki kanaatin, zihinlerde kodlanmış hazır bir halde bulunduğunu göstermektedir.

Öte yandan İslamî temele dayalı köklü bir toplumsal değişimi arzulayan değişim öncülerinin dikkatinden kaçırmaması gereken husus, toplumun bunca “şer” arasından “ehven”i tercih etmek zorunda kalışı, hala “hayr/hakk” olan ile buluşamamış olmasındandır. “Hayr/hakk olanın” temsilcisi olmayı arzulayan değişim öncülerini, henüz kendi öncüleri olarak bağrına basmadığını da gözler önüne sermektedir. Toplumsal değişim, halkın halk olarak kazanılmasında gizlidir. Hakkın temsilcisi olmayı arzulayan değişim öncüleri, ince/hassas hisleriyle toplumun hissedemediklerini hisseden, toplumun değişken fikir ve duygular içindeki insanların fiillerinin kollayıcısı ve gözcüsüdür. İnandıkları ideolojiyi hayatta var etme iradesine sahip olduklarından, toplumun üzerinde bulunduğu hali ve toplumu taşımak istedikleri hedefi net gördüklerinden, fikirleri topluma göre yüksekte kalır. Topluma yabancıymış gibi kalır. Çünkü topluma asıl maslahatları unutturulduğu gibi, bu maslahatlarına ulaşmanın yolu da unutturulmuştur. Değişim öncüleri topluma alışık olmadığı bir yapılanma ile ulaşmaya çalıştığından, “Topluma Giriş” yakalanamamış olabilir. Bu nedenle toplum, değişim öncülerini fikirleriyle birlikte bağırlarına basıncaya kadar azmedilmeli, sebat edilmeli, kararlı duruş bozulmamalı, asla umutsuzluğa/yeise düşülmemelidir. Toplumun kendilerini anlayamayacağı vehmi asla oluşmamalıdır.

Anayasa referandumu sürecinde olduğumuz şu günlerde toplum, yeni bir “evet/hayır” oyunu ile karşı karşıyadır. Bu süreç, değişim öncüleri için sonucuna etki edilemeyecek bir süreç olabilir. Ancak buna takılmadan, yukarıda kısaca tasvirini yaptığımız gibi toplumu daha dakik bir şekilde etüt edip, toplumun toplum olarak kazanılması yönünde, “Topluma Hitap” konusunda kapsamlı planlar ve üsluplara odaklanmak gerekir. Ta ki toplum, İslam’ın hükümleri dışında kalan tüm fikir, görüş ve hükümlerin -ister “evet” ve ister “hayır” kodlamasıyla sunulsun- hepsinin “şer” olduğunu, “şer”ler arasından “ehven”i seçmek zorunda olmadığını, kendisine sunulan İslam’dan fışkıran fikirler, hükümler ve görüşlerin “hakk/hayr” olduğunu idrak edebilsin. İslam’ı, 15 Temmuz’da olduğu gibi uğrunda seve seve can verebileceği, asıl davası olarak benimsesin.

twitter/HOzdogan1