Bir "Tevhid Davası" Efsanesi
18 Ocak 2024

Bir "Tevhid Davası" Efsanesi

Son dönemlerde, laik Cumhuriyetin yetiştirdiği cahiller ordusundan bir neferin, Kelime-i Tevhid bayrağı taşıyan bir Müslümana saldırması, kanını dökmesi sonrasında, Kelime-i Tevhid bayrağı üzerinden çeşitli tartışmalar yaşanmaktadır.

Bu tartışmalardan da açığa çıktığı üzere Kelime-i Tevhid’in manasını gerçekten bilmiyoruz. Kabul ediyorum yüz yıldır insanlarımıza laiklik aşılandı. Hem laik hem Müslüman olduğunu iddia eden ucube nesiller yetiştirildi. Nitekim o saldırgan kendini savunurken “Ben de Müslümanım!” diyordu.

Hadi, cehaleti özür, bu insanları da laik sistemin kurbanı kabul edelim. Bir de Kelime-i Tevhid davasını savunduğunu söyleyen Müslümanlar var. Biraz da onlar hakkında konuşalım.

Mevdudi’nin “Dört Terim: İlah-Rab-İbadet-Din” kitabını okuyunca kendisinde bir aydınlanma yaşadığını hisseden, bu aydınlanmayla diğer Müslümanların kandırılmış olduğunu kabul eden ve onları aydınlatmak için “Kelime-i Tevhid’e davet eden” samimi, ihlaslı Müslüman kardeşlerimizden bahsediyorum.

Olmayan Arapça bilgisiyle “La” ile başlayan cümlenin “illa” ile istisna edildiğini söyleyerek Allah’tan başka tüm ilahların reddedilmesi gerektiği heyecanla anlatılır. Hemen burada başka bir kavram devreye girer: “tağut”! Allah’ın sözüne/emrine ve nehyine rağmen söz söyleyen her kişi, her kurumun tağut olduğu söylenir ve eklenir: “Biz tağutu reddetmekle emrolunduk!” Konuya mutabık olduğu düşünülen ayetlerle bu tez desteklenir.

Bu anlatının tamamı doğrudur. Doğrudur ama eksiktir!

“İlah” kavramı, şayet “kanun koyucu”, “yaşam şeklini belirleyici” manasında kullanılıyorsa -ki öyledir- o takdirde reddettiğin beşerî nizamların karşısına İslami fikirlerin, görüşlerin ve nizamların da konulması gerekmez mi?

Mesela; hayatın muamelat kısmında ticaret önemli bir yer kapsar. Kelime-i Tevhid davasını taşıyan bir Müslüman mevcut kapitalist sistemin ticaret hukukunu reddetmesi gerekir. Zira “La” demenin karşılığı budur. Kapitalist ticaret hukukunu reddettiğinde onun yerine başka bir hukuk koymak kaçınılmazdır. Ne koyacaksın? İslam ticaret hukukundan haberin bile yoksa! İslam’daki mülkiyet ayrımının nasıl olduğundan haberin bile yoksa! İslam’daki “bey’ul garar” satışından haberin dahi yoksa! Ne koyacaksın? Tağutu reddettin ama ortaya çıkan boşluğu doldurmadığın zaman o reddetmenin ne anlamı kalıyor?

Yeri gelmişken bir anımı paylaşayım. Geçen sene içinde yaşadığımız ekonomik krizlerin ancak İslam iktisat nizamıyla çözüme kavuşacağına dair bir kampanya başlatmıştık. Bu kampanya çerçevesinde birçok ilde STK toplantıları düzenledik. Toplantıya katılanlara sorunları ve bu sorunların çözümünün İslam iktisat nizamında olduğunu şer’i delilleriyle birlikte anlattık. İşte onlardan birine katılan, bu bilinçte olduğunu düşündüğüm bir kardeşimiz, sunumumuzun ardından söz aldı ve “Bu kadar insan toplanmışken onlara Kelime-i Tevhid’i anlatsanız daha iyi olmaz mıydı?” dedi! Oysa anlattığımız şey tam da kelime-i Tevhid’in kendisiydi ama o kardeşimiz bunun farkında bile değildi!

Bir başka örnek daha verelim. İslami hükümler bir devlet eliyle tatbik edilir. Hırsızın elinin kesilmesi, zâninin recmedilmesi, içki içene sopa vurulması gibi ukubattan olan konular, bireylerin değil devletin yetki ve sorumluluğu altındadır. Birey kendi başına, yakaladığı bir hırsızın elini kesemez, içki içene had cezası olarak sopa vuramaz. Tüm bunlar için bir devletin olması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bu devlet, Allah Rasulü’nün ve ardından gelen raşid halifelerin uygulamalarında açığa çıktığı üzere Hilâfet’tir. Hilâfet, Müslümanların genel liderliğidir. Mevcut ulus devletler ise Batı’nın “self determinasyon” fikrinin yansımalarıdır. Şer’an Müslümanların ayrı ayrı devletleri olması caiz değildir.

Tek bir devlet çatısı altında Müslümanların birleşmesi, aslında Kelime-i Tevhid’in ta kendisidir. Buna rağmen bir yandan insanları Kelime-i Tevhid’e davet ederken diğer yandan Batı menşeili “ulus-devlet” anlayışını kabul etmek, ulus-devlet anlayışının simgesi olan ulusal bayrakları taşımak, Kelime-i Tevhid anlayışını zedelemektedir.

“Kelime-i Tevhid” denilerek çıkılan yolda kimisi tekfire sapmış, yolunu kaybetmiş, kimisi de “La ilahe” demekle yetinmiş, “illa Allah” diyememiştir. Zira “illa Allah” demek, mevcut laik kapitalist sisteme alternatif sunmak demektir. Eğitim sistemi olsun, sağlık politikaları olsun, içtimai nizam olsun, ukubat nizamı olsun, yönetim nizamı olsun, iktisat nizamı olsun herhangi bir alanda boşluk bırakmaksızın alternatif, bütünsel bir hükümler silsilesi ortaya koymak demektir. Yoksa kuru kuruya “Biz tevhide davet ediyoruz” demekle tevhide davet etmiş olmazsınız.

Son söz olarak; fikir ve metot bütünlüğü içinde İslam davetinin taşınması, Kelime-i Tevhid davasının özüdür. Tağutu reddettikten sonra onun alternatifinin, İslam akidesinden çıkan nizam ve hükümlerle ortaya konulması, Kelime-i Tevhid davasının özüdür. İslam’ın işaret ettiği Hilâfet Devleti, yapısı, kurumları, görev ve sorumlulukları, Kelime-i Tevhid’in özüdür. Bunlar olmadan yapılan çalışmalar, “Kelime-i Tevhid Efsanesi” olmaktan öteye geçmeyecektir.