Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı - [18 Şubat 2020]
19 Şubat 2020

Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı - [18 Şubat 2020]

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Köklü Değişim Medya

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar bu haftaki gündem değerlendirme toplantısına darbe söylentilerini konu edinerek başladı. Türkiye’de kamuoyunun suni gündemlerle meşgul edildiğini ifade eden Kar, “maşa, sömürgeci kâfirlerin elinde olduğu sürece o maşanın tuttuğu ateşin ümmeti yakma ihtimali hep var. Bu sebeple ne olursa olsun, ölüm pahasına da olsa önce kâfirin elinde maşa olmaktan kurtulmak lazım.” diyerek sömürgeci kâfirlerin ülke üzerindeki karanlık eline dikkat çekti.

Darbe söylentilerinin ardından dikkatleri Suriye’ye çeken Mahmut Kar, Türkiye-Rusya-İran üçlüsünün ve özellikle Türkiye’nin entrikalarıyla Halep’in tamamıyla Esed rejiminin eline geçmesini gündemine aldı. Sıranın İdlib’e geleceğini de söyleyen Kar, daha sonra Filistin’de Hizb-ut Tahrir’in “Yüzyılın Anlaşması” planına yönelik olarak yaptığı protesto gösterisine Abbas yönetimine ait güçlerin müdahalesine değindi.

Hizb-ut Tahrir’in hakkı söylediği için Filistin yönetiminin hedefi hâline geldiğini ifade eden Mahmut Kar, ne yapılırsa yapılsın Hizb-ut Tahrir’in tüm dünyada hakkı söylemekten asla vazgeçmeyeceğini söyledi.

Son olarak da ekonomik krizin devlet ve hükümet yetkililerince nasıl gizlenmeye çalışıldığını ortaya koyan Mahmut Kar, “ekonomide yaşanan çöküşün üstünü örtmek ve artık patlama noktasına gelmiş halkı avutmak amacıyla, devletin en yetkili kişi ve kurumları tarafından ekonomi güzellemeleri” yapıldığını söyledi. “Hükümetin görmezden geldiği bu krizin sebebi kapitalist sistemin ta kendisidir. İntiharların, cinayetlerin, şiddetin ve tüm toplumsal kargaşa ortamının sebebi üzerimize tatbik edilen kanun ve nizamın ta kendisidir.” şeklinde konuşan Kar, bu haftaki değerlendirme toplantısını böylece sonlandırmış oldu.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu tarafından hazırlanan Haftalık Gündem Değerlendirme Toplantısı’nın tam metni şu şekilde:

DARBE SÖYLENTİLERİ

Son günlerde Türkiye’de kamuoyunun suni gündemler ile meşgul edildiğini görüyoruz. Darbe fısıltıları ile, darbe gündemleri ile ekonomik ve sosyal krizlerin üstü örtülüyor. Gerçi burası Türkiye, bu ülkede darbe özlemi de darbe söylemi de hiç bitmez. Bir yanda kendisini laik Cumhuriyetin bekçisi, bu ülkeyi de tapulu malı olarak gören İngiliz sevici kesim var. Diğer yanda bu kesimle mücadele ettiği izlenimi veren ABD destekçisi, Amerikan dostu başka bir kesim var. İşte tüm çatışma, karşılıklı atışma, muhalefet etme, kuyu kazma ve şikayetleşme bu çatışma ekseninde sürüp gidiyor.

Bu ülkede iktidarın işi halkın menfaatleri doğrultusunda iç ve dış siyaseti yürütmek değil maalesef. ABD çıkarlarını korumak için son anına, son nefesine kadar mücadele etmektir. Muhalefet ne yapıyor bu ülkede? Halkın menfaatlerine ters düştüğü için mi iktidarın icraatlarına karşı çıkıyor, alternatif bir çözüm mü sunuyor? Yok, hayır! Onun işi körü körüne muhalefet, körü körüne karşıtlık ve laik Kemalist zümreyi memnun etmek için bağnazca Atatürkçülükten beslenmektir. CHP muhalefetinin işi Amerikan yanlısı iktidarı ne pahasına olursa olsun zayıflatmak ve İngiliz çıkarlarını korumak için mücadele etmektir.

“Asker”e gelince; o mazlum ve gariplerin çağrılarına icabet etmek yerine siyasetin tıkandığı noktada devreye girip ibreyi İngilizlerin lehine çevirmek için çalışır hep. Yaptıkları ve yapmak istedikleri darbelerin üstünü örtmek için “laik Cumhuriyeti korumayı” bahane ve gerekçe kılarlar. Yani kıymetli izleyiciler, askerî darbelerden sonra ifade edilen “laik Cumhuriyeti korumak için yönetime el koyduk” söylemleri asıl amacı gizlemek için kullanılan bir kılıftır.

Buraya kadar zikrettiklerimiz esasi unsurlardır. İster kabul edin, ister etmeyin Türkiye’deki siyasetin gerçeği budur. Gelelim son günlerde ortaya atılan darbe iddialarına, daha doğrusu darbe fısıltılarına… ABD menşeili düşünce kuruluşlarının Türkiye’de askerî darbe ihtimalini dillendirmesi bu konuyu gündeme getirdi. Ulusalcı Doğu Perinçek’in imaları ve emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tehditleri, bu meseleyi daha da konuşulur hâle getirdi. Tabii bu fısıltıların şu an için eyleme dönüşme kabiliyeti var mı, yok mu, burayı tartışacak değiliz. Lakin şunun çok iyi bilinmesi gerekiyor: maşa, sömürgeci kâfirlerin elinde olduğu sürece o maşanın tuttuğu ateşin ümmeti yakma ihtimali hep var. Bu sebeple ne olursa olsun, ölüm pahasına da olsa önce kâfirin elinde maşa olmaktan kurtulmak lazım. Kâfirin elindeki maşayı söküp almak lazım. Ülkeyi idare eden siyasilere, iktidara gelince; onlar, bir taraftan bu korku atmosferiyle safları sıklaştırarak iktidarlarını sigorta etmeye çalışıyorlar. Diğer taraftan da darbeye yeltenecek kesimleri, klikleri halk ile halkın iradesi ile korkutuyorlar. Çünkü politik menfaatleri, çıkarları bunu gerektiriyor.

Kıymetli Müslümanlar!

Bildiğiniz gibi sömürgeci İngilizler yerli işbirlikçileri eliyle 1924’te Hilâfet’e darbe yaparak batıl düzenlerini, laiklik ve demokrasiyi bu halka zorla dayattılar. O tarihten bugüne batıl düzenlerini koruma adına, korku ve darbelerle halkı hizaya getirmeye çalıştılar ve hâlâ buna devam ediyorlar. Allah’ın dini İslâm’a; İslâm’ın yönetim sistemi olan Hilâfet’e darbe yapmaktan geri durmayan laik Kemalistlerin halka darbe yapmaktan imtina etmesi düşünülemez. Cumhuriyet tarihinin kahir ekseriyetinin darbeler tarihi olması, bunun ispatıdır. En yakın örnek 15 Temmuz; hâlâ hafızalarımızdaki tazeliğini koruyor. Ümmetin evlatları “Allahu ekber!” nidalarıyla bedenlerini tanklara, darbecilere karşı siper ettiler. Fakat verilen mücadele, dökülen kanlar ve bedel olarak ödenen canlar, yöneticiler tarafından demokrasiye peşkeş çekildi. Darbeci askerler Müslüman bedenleri çiğnedi. Siyasiler de çiğnenen bedenler üzerinden iktidarlarına, laik demokrasiye paye çıkardı. Artık ümmetin bedenleri ne darbeci zalimlere çiğnetilmeli ne de siyasilerin çıkarlarına malzeme edilmelidir.

Bunun için; Ümmet darbe yönetimi olan laik demokratik sistemleri ortadan kaldırmalıdır. Kaldırmalıdır ki darbe belasından emin olalım. Bu Ümmet; Allah’ın diniyle hükmedecek yöneticileri, Şeriatla adaleti sağlayacak kadıları, Allah’ın dininin hâkimiyeti için cehdedecek komutan ve orduları çıkarmalı ki kâfirlerden gelen bu darbe ve belaları hakkıyla bertaraf edebilsin.

LAFA BAKINCA; İDLİB KURTARILIYOR, İCRAATA BAKINCA; HALEP REJİME TESLİM EDİLİYOR!

Türkiye bir taraftan iç siyasette darbe fısıltılarını konuşurken, diğer taraftan da gözler İdlib’e çevrilmişti, biliyorsunuz. Cumhurbaşkanı’nın Esed rejimine tanımış olduğu sürenin bitmesinden sonra Türkiye’nin ne yapacağı merakla bekleniyordu ki bir de ne görelim: Halep tamamen düştü! Evet, yanlış duymadınız! 2016 sonunda Fırat Kalkanı ile Halep’in merkezi Türkiye ve onunla hareket eden gruplar tarafından Rejime hediye edilmişti. Bugün Halep şehir merkezi dâhil, batı ve kuzeybatı kırsalındaki tüm beldeler, kasaba ve köyler, Rejimin kontrolüne geçti.

TSK destekli muhalifler ve ÖSO güçleri Halep’in batısı ve kuzeyinden direnmeden çekildiler. Bu gelişmenin ardından Suriye halkını öldürmesi için yabancı güçleri ülkeye davet eden katil Esed televizyona çıktı ve “Halep kırsalı ve İdlib’in kurtarılması savaşı kuzeyden gelen bazı boş seslere rağmen devam edecek” dedi. “Halep zafer kazandı. Suriye zafer kazandı” dedi, Esed…

Stratejik öneme sahip M5 Otoyolu tamamen Rejimin eline geçince kuşatma altında kalan TSK birlikleri Rusya’nın eşliğinde bölgeden çekildiler. Tam da Devlet Bahçeli’nin “gerekirse Şam’a girme dahi planlanmalıdır!” sözünden sonra bu çekilme gerçekleşti. Herhalde Devlet Bahçeli Şam’ın nerede olduğunu bilmiyor. Şam yukarıda değil Sayın Bahçeli, aşağıda…

İşte böyle kıymetli Müslümanlar, yöneticiler kürsülerden büyük büyük laflar ediyorlar. Siz bu laflara sakın bakmayın! Lafa bakarsanız; “zalim Esed rejimi yıkılmalı!”, “İdlib kuşatmadan kurtarılmalı!”, “gerekirse Şam’a girilmeli!” nutuklarını duyarsınız. İcraata bakarsanız; Halep’in Rejime teslim edildiğini görürsünüz. Sonra da Suriye katili Esed çıkar ekranlara, tüm küstahlığı ve caniliği ile bu yöneticileri tiye alır. Yazık, kendinizden utanmıyorsanız Türkiye halkından, Suriye halkından utanın. Korkak bir caniyi, katil Esed’i bu denli muzaffer edasıyla konuşturuyorsunuz ya, size yazık! Yaklaşık bir haftadır İdlib’e askerî yığınak yapıyorsunuz; tanklar, toplar, zırhlı araçlar, binlerce asker! Peki, bu yığınak niçin yapılıyor? İdlib halkını zalim Rejimin saldırılarından korumak ve kurtarmak için mi yoksa Halep’ten sonra İdlib’deki muhalifleri tamamen kontrol altına almak ve bir sonraki adımda İdlib’i Rejime altın tepside sunmak için mi? Siz bunları yapacaksınız ve yakın bir zamanda hep birlikte göreceğiz.

Kıymetli Müslümanlar!

Milyonlarca Suriyeli ölüm ile iç içe yaşıyor, savaştan kaçan yüzbinlerce muhacir çok ağır şartlarda yaşam sürüyor. Soğuktan donarak ölen çocukların resimleri ajanslar tarafından paylaşılıyor. Babalar çocuklarına bomba seslerini oyun diye anlatıyor ve Suriye, yöneticiler için ve ümmet için imtihan olmaya devam ediyor. Hepimiz bu imtihanın bir parçasıyız! Ve hepimiz kamplarda donarak ölen çocukların, bombaların altında can veren masumların hesabını Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya vereceğiz. Herkesin hesabı çetin olacak ama en çetini, elinde bu zulmü durdurma gücü olduğu hâlde bunu kullanmayan, bilakis bu gücü zalimlerin, sömürgecilerin emrine veren yöneticilerin olacaktır! Halep’in katil Rejime teslim edilmesi için Türk ordusunu Suriye’ye sokanlar şimdi İdlib’in Rejime teslim edilmesi için sınıra asker yığıyorlar. Ne için? ABD istediği için, Rusya istediği için bunu yapıyorlar. Sömürgeci kâfir devletlerin çıkarları için bunu yapıyorlar. Türkiye’nin ordusu Müslümanların ordusudur! Orada savaşan askerler bizim evlatlarımızdır, İslâm ümmetinin evlatlarıdır! Bu ordu kan dökecekse İslâm için dökmeli, kan verecekse İslâm için vermelidir!

HİZB-UT TAHRİR İHANETLERİNİ İFŞA ETTİĞİ İÇİN ÇİLEDEN ÇIKIYORLAR!

Amerika Başkanı küstah Trump’ın kısa süre önce açıkladığı “Yüzyılın Anlaşması” planına Müslümanların tepkisi hâlâ sürüyor. Cumartesi günü Filistin’in kuzeyinde bulunan Cenin kentinde Hizb-ut Tahrir bir gösteri düzenledi. Gösteriyi engellemek isteyen Filistin güvenlik güçleri Cenin kenti girişine bariyerler yerleştirerek şehre girişleri kapattılar ve göstericilere saldırdılar. Güvenlik güçleri, kalabalığın dağılmaması üzerine göz yaşartıcı bomba ile müdahale ederek, bazı göstericileri tartaklayarak kalabalığı zorla dağıttı. Bir güvenlik yetkilisi, “Trump’ın açıkladığı “Yüzyılın Anlaşması”na karşı yapılan hiçbir gösteriyi engellemediklerini” söyledi. Hizb-ut Tahrir’in gösterisi hariç ama… “Hizb-ut Tahrir’in gösterinin engellenmesinin sebebinin, Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas aleyhindeki sloganlar” olduğunu açıkladı.

Evet! Mahmut Abbas’ın zorba güçleri, işgalci Yahudi varlığı askerlerinin işlediği cinayetler karşısında kılını dahi kıpırdatmıyor. Mescid-i Aksa’nın kutsiyeti, izzeti ve kıymeti ayaklar altına alınıyor, çiğneniyor yerlerinde çakılıp kalıyorlar. Ama Hizb-ut Tahrir, Trump’ın hain planına teşne olan Abbas yönetiminin ihanetini ifşa ettiğinde cesur ve bir o kadar gaddar kesiliyorlar. Çünkü Oslo Anlaşması ile İsra ve Miraç topraklarının %78’inden vazgeçenler, Trump’ın planı ile %82’sinden de vazgeçmekte bir beis görmüyorlar. Filistin Kurtuluş Örgütü İcra Kurulu Genel Sekreteri Saib Arakat’ın açıklaması, Filistin Otoritesi’nin bu anlaşmaya teşne olduğunu gösteriyor. Çünkü Arakat Amerikan planına karşı uluslararası bir barış konferansına hazırlanıldığını duyurdu. Mahmut Abbas, BM Genel Sekreteri Guterres’ten, uluslararası meşruiyet kararlarına dayanarak müzakerelerin başlayacağı uluslararası bir barış konferansı düzenlemesini istemiş. Yani Filistin yönetimi anlaşmayı konuşmak için masaya oturmayı çoktan kabul etmiş bile…

Kıymetli Müslümanlar!

Filistin güvenlik güçleri daha önce de izinsiz düzenlendiği gerekçesiyle Hizb-ut Tahrir’in birçok faaliyetini engellemişti. Onlar Hizb-ut Tahrir’in hakkı haykırmasıyla ihanetleri ifşa olduğu için çileden çıkıyorlar. Hizb-ut Tahrir ihanet içerisinde olan herkesin ihanetlerini ifşa etti, Filistin’de ifşa etti, Suriye’de de ifşa etti. İfşa etmeye ve hakkı söylemeye de devam edecek!

EKONOMİK KRİZİN ÜSTÜ ÖRTÜLÜYOR!

“Ekonomimiz 2019 yılı itibariyle tam 17 yıl sonra cari fazla verdi, yılın son çeyreğinde %0,9 büyüme gerçekleşti.” “Mevduat faizi tek haneli rakamlara inerek son bir yılın en düşük seviyesini gördü, üstelik bunu dövizin yükselmesine izin vermeden başardı.”, “İşçimizi enflasyona ezdirmedik. Enflasyon düşme eğiliminde…” “Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan Yeni Ekonomi Programı’nda 2020 yılı için enflasyon hedefi %8 olarak belirtildi.”, “Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’na göre Türkiye ekonomisinin 2020 yılını %5 büyüme ile tamamlaması bekleniyor.” Evet, bunlar; son birkaç ay içerisinde, ekonomide yaşanan çöküşün üstünü örtmek ve artık patlama noktasına gelmiş halkı avutmak amacıyla, devletin en yetkili kişi ve kurumları tarafından yapılmış ekonomi güzellemelerinden bazıları…

Kapitalist sistemlerde, olumlu ekonomik gelişmelerin topluma doğrudan bir yansımasının olmadığı bilinen bir gerçektir. Güçlü kabul edilen ekonomilerde bile büyümenin topluma getirisi, yeni yatırımların ve istihdamın artması şeklinde olur. Bu ise sermaye sahiplerinin servetlerinin artmasını sağlar. Halkın payına düşen ise düşük enflasyona bağlı olarak, ellerinde bulunan varlıkların değerini korumasıdır. Bu nedenle, ufak çaplı ekonomik hareketlenmelerin hele bir de beklenti düzeyinde ise hiçbir anlamı yoktur. Bu sistemlerde olumsuz ekonomik gelişmeler ise doğrudan halkı etkiler. Miktarı ne olursa olsun, ekonomideki açığın kapatılması halkın sırtına fatura edilir. Aynen 2018 Ağustos ayından sonra yaşanan gelişmelerde olduğu gibi…

Ekonomik kriz; “güçlü” denilen Türkiye ekonomisinin, ABD Başkanı Trump’ın atmış olduğu bir tweet ile ortaya çıkmıştı. Hükümet kanadının da ısrarla vurguladığı gibi, Türk Lirası’nın yabancı para birimleri karşısında %45 değer kaybetmesine neden olan bu kriz küresel bir saldırının neticesidir. Ancak Türkiye kastedildiği gibi bu küresel saldırının tarafı değil, figüranıdır. Zira ABD, Avrupa’yı ekonomik açıdan sıkıntıya sokmak için Türkiye’deki yatırımları üzerinden onlara hamle yapmış, bedelini Türkiye halkı ödemek zorunda kalmıştır. Halk, dövizdeki bu aşırı yükselme sonucunda bir anda %45 fakirleşti. Ardından oluşan açık sebebiyle, hükümet yeni vergiler koydu, mevcut vergi oranlarını arttırdı ve hemen her ürüne ciddi oranlarda zam geldi. Bu süreçte, elektrik ve doğalgaz gibi temel ihtiyaç ürünlerine gelen %60-%70 oranında zam yapıldı, gıda fiyatlarında fahiş artış oldu. Buna karşın hükümet, hiç inandırıcı olmayan, komik enflasyon oranlarını açıklayarak işçi ve memur maaşlarına çok düşük oranda bir zam yaptı. Alım gücü tamamen düşen insanlar çaresizlik içinde kaldılar. En temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hâle geldiler. Kimisi kirasını ödeyememekte, kimisi doğalgaz borcu yüzünden bu soğuk kış günlerinde çoluk çocuk soğukta oturmakta, kimisi de evine bir ekmek götüremez hâlde. Bu yüzden birçok insan bunalıma girdi ve ekonomik sıkıntılar sebebiyle yirmiden fazla insan intihar etti, bir o kadarı da intihar girişiminde bulundu. Geçim sıkıntısı; bunalıma giren insanlar, dağılan yuvalar, adli vakaların artması gibi birçok travmanın oluşmasına neden olmaktadır.

Hükümetin görmezden geldiği bu krizin sebebi kapitalist sistemin ta kendisidir. İntiharların, cinayetlerin, şiddetin ve tüm toplumsal kargaşa ortamının sebebi üzerimize tatbik edilen kanun ve nizamın ta kendisidir. Bizler Müslümanlar olarak; küfür nizamlarını ve onlara ait bütün fitneleri ayaklarımızın altına alıp yüzümüzü Allah’a ve O’nun nizamına çevirerek izzetli ve şerefli günlerimize tekrar dönebiliriz. Ve ancak o zaman bütün kötülüklerden beri olabiliriz.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu