Hizb-ut Tahrir Davalarında Görmezden Gelinen Gerekçeler Gazetecilere Umut Oldu
10 Temmuz 2019

Hizb-ut Tahrir Davalarında Görmezden Gelinen Gerekçeler Gazetecilere Umut Oldu

Köklü Değişim Medya

Köklü Değişim Medya

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Altan Kardeşler-Ilıcak davasında karar verdi. Hizb-ut Tahrir üyelerini mahkum eden gerekçeler gazeteciler için umut ışığı oldu.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilen gazeteciler Mehmet Altan, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak ile ilgili verdiği ‘bozma’ kararını tamamladı. Kararda, Mehmet Altan’ın beraatına, Ahmet Altan ile Nazlı Ilıcak’ın ise ‘örgüte yardım’ suçundan ceza alması gerektiğine hükmedildi. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin almış olduğu bu karar, aynı Daire’nin Hizb-ut Tahrir yargılamalarında verdiği haksız kararları akıllara getirdi.

Hatırlanacağı üzere “terör(!) örgütüne üye olmak” suçlamasıyla yüzlerce Hizb-ut Tahrir üyesine toplamda binlerce yıllık hapis cezaları verilmiş ve bu cezalar Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından onanmıştı. Onama gerekçesinde Hizb-ut Tahrir’in hangi yönlerden “terör örgütü” sayılacağına dair somut delillendirmeler yapılmamış, şablon cümlelerle -daha önceki (dağıtılan) Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin kararlarına benzer şekilde- karar kurulmuştu.

Dönemlere Göre Hizb-ut Tahrir Üyelerine İsnat Edilen Suçlamalar Neler?

Dönemine göre Türkiye yargısının Hizb-ut Tahrir üyelerine isnat ettiği suçlamalar:

➤1960’: “Türk kültürünü ortadan kaldıracaklar ve yerine İslâm akidesi ve İslâm kültürünü hâkim kılacaklar!”

➤1980’: “Manevi cebir(!) kullanarak devleti yıkacaklar!”

➤2000’: “Şu anda şiddet kullanmıyorlar ama ileride kullanabilirler!”

➤2008: “Hilâfet’i kurduktan sonra Hıristiyan devletlere savaş açacaklar!”

Yukarıda da görüldüğü gibi dönem dönem değişen suçlamalarda Hizb-ut Tahrir’in maddi (cebir-şiddet içeren) faaliyetler yaptığına dair herhangi bir delil yok. Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak hakkında verilen Yargıtay kararı ışığında Hizb-ut Tahrir kararları değerlendirildiğinde şöyle bir manzara ortaya çıkmaktadır:

•••Terör suçunun asli unsuru “cebir ve şiddet”

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin tutuklu gazeteciler hakkında verdiği kararında, terör örgütlerinin kamu otoritesini zayıflatıp kaos yaratarak esas gayesi olan devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma ya da anayasal düzenini değiştirme amacına ulaşmaya çalıştığı ifade edildi. Bu nedenle suçun asli unsurunun cebir ve şiddet olduğu kaydedildi. Bu eylemi kolaylaştırmaya yönelik davranışların ise yardım suçunu oluşturacağı belirtildi.

•Hizb-ut Tahrir davalarının hiçbirinde herhangi bir cebir-şiddet unsuruna rastlanılmamış, üstelik bu durumu emniyet ve istihbarat raporları da tespit ve teyit etmiştir.

•••Şiddete teşvik etmeyen düşünceler sınırlandırılamaz!

“Kişi hak ve hürriyetlerinden hiç birisinin, insan haklarına dayanan Demokratik ve Laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağına dair Anayasanın 14. maddesinde de açıkça vurgulandığı üzere, bu suç herhangi bir hukuka uygunluk sebebi kapsamında işlenemez. Hiç bir devlet, hiç kimseye birliği ve ülke bütünlüğünü bozacak bir hukuk düzeni kurmaz. Devletin varlığının, tehlikelere ve fiilî karşıt hareketlere karşı himayesi bir zaruretin icabıdır ve devlete devlet vasfını veren iktidar unsuru bu himayenin en önemli parçasını teşkil etmektedir. Fakat bu himaye demokrasilerde hiçbir zaman fikrin cezalandırılmasına da hak vermez.”

•Hizb-ut Tahrir davalarında gerek elde edilen “delillerin” kitap, dergi, broşür vb. unsurlar olması, gerekse de örgüt üyelerinin sözlü beyanları göstermiştir ki Hizb-ut Tahrir Hilâfet Devleti’ni yeniden ikame amacında herhangi bir şekilde fiilî/maddi eylemlerde bulunmamış, çalışmalarını fikrî-siyasi bir zeminde yapagelmiştir.

•••“Maddi cebrin” ne şekilde gerçekleştirildiği izahtan eksik!

Yine Altan kardeşler kararında, 5237 sayılı TCK nun 309/1. maddesinde tanımlanan anayasal düzene karşı suçta, tipik eylem, cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye elverişli vasıtalarla teşebbüs etmektir. Görüldüğü üzere, cebir ve şiddet bu suçun unsurunu oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasal düzenin değiştirilmesine yönelik teşebbüsün ancak cebir ve şiddet kullanılarak, yani bireylerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek gerçekleştirilmesi gerekir. Kanunun aradığı cebrilikten maksadın fiziki/maddi cebir olduğu açıktır.

Fiziki güce dayanan elverişli ve cebri eylemin, Anayasayı ihlal/Hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçunu oluşturacağı konusunda doktrin ve uygulamada ortak görüş mevcuttur.

“maddi cebri” ne şekilde gerçekleştirdiklerini izahtan eksik, hukuki olmayan gerekçe ile yazılı olduğu şekilde anayasayı ihlal suçundan mahkûmiyetlerine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.

•Anayasa Mahkemesi onlarca Hizb-ut Tahrir üyesinin bireysel başvurularına binaen vermiş olduğu 6 ayrı kararında yukarıdaki Yargıtay kararında işaret edilen noktaya dikkatleri çekerek bu kişilerin lehinde “hak ihlali”ne hükmetmiştir. AYM bu kararlarında, Hizb-ut Tahrir aleyhinde alınan yerel mahkeme ve Yargıtay kararlarında isnat edilen “terör örgütü” suçlamasına delil olması gereken “maddi cebrin” ne şekilde gerçekleştirildiğinin izah edilmediğini ortaya koymuştur.

•••Yargıtay’ın bu kararı Hizb-ut Tahrir’e yargı zulmüne son verecek mi?

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak davasında vermiş olduğu karar, herhangi bir örgütün hangi durumlarda “terör örgütü” sayılabileceğine dair bir açıklık getiriyor ve böylesi yapılarda cebir, şiddet şartını esasi unsur olarak işaret ediyor.

•Bu karara göre; Hizb-ut Tahrir ve benzeri yapıların terör örgütü kapsamına girmediği de açığa çıkmış oluyor. Dolayısıyla başta Hizb-ut Tahrir mensupları olmak üzere cezaevinde yıllardır haksız bir şekilde yatan Müslümanların bir an evvel serbest bırakılması gerekmektedir.

Çünkü Hizb-ut Tahrir davalarında hiçbir sanık, somut bir suçla ya da maddi bir eylem ile yargılanmamaktadır. “Altan kardeşler ve Ilıcak davasında” olduğu gibi Yargıtay 16. Ceza Dairesi, “Hizb-ut Tahrir, ‘cebir ve şiddet’ kullanmış mı, kullanılmamış mı?” diye bakma gereği bile duymamıştır. Araştırma gereği duymadığı gibi yeni bir içtihat da ortaya koymamıştır. Şuanda başka bir terör örgütüne (FETÖ) üyelik iddiasıyla tutuklu yargıçların yani seleflerinin, hukuksuz içtihatlarını devam ettirmiştir.

Üstelik Anayasa Mahkemesi de Hizb-ut Tahrir yargılamaları hakkında hukuki kararlara imza atmış, baştan sona bu yargılamanın hukuksuz olduğunu ortaya koymuştur!

Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararlarından sonra; yerel mahkemeler “yeniden yargılama” yolunu diğer hiçbir sanığa açmayarak AYM’nin kararını bağlayıcı karar olarak görmemiştir. Üstelik Anayasa Mahkemesi’nin aldığı onca karara rağmen Hizb-ut Tahrir üyelerine yönelik olarak yeni yeni tutuklamalar olmuştur.

Cebir yok, şiddet yok, derece mahkemelerinin somut, maddi hiçbir suç isnadı da yok. Anayasa Mahkemesi de tam olarak bu durumu, hukuksuzluğu hedef alarak “adil yargılama” yok diyor. Ancak yerel mahkemeler yine de yeniden yargılama hakkı tanımıyor. Umulur ki Yargıtay 16. Ceza Dairesinin bu kararı yargıda yanlış gidişata bir nebze olsun “dur!” diyebilir.