Yöneticilerdeki Feraset ve Basiret Yoksunluğu
22 Mayıs 2021

Yöneticilerdeki Feraset ve Basiret Yoksunluğu

Yoksunluk nedir? Yoksunluk; “yoksun olma durumu, mahrumiyet” anlamlarına gelir.

Feraset nedir? Feraset; “anlayış, sezgi” anlamlarına gelir.

Basiret nedir? Basiret; “gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği, kavrayış” anlamlarına gelir.

Basiret kelimesini günlük hayatta zaman zaman kullanmaktayız. Basiret kelimesinin tam olarak anlamı ölçülü ve doğru görüştür.

Basiret Bağlanması Nedir?

“Basiret bağlanması” demek; kişinin o anda var olan gerçeğe odaklanamaması ve kavrama yeteneğinin azalması demektir. Zaman zaman insanlar basiretinin bağlandığından söz ederler. Basiretin bağlanması aslında bir deyim olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir olay karşısında iyi düşünemez, gerçeği göremez bir duruma düşmek anlamında kullanılır. Günümüz literatüründe “akıl tutulması” olarak da ifade edilir.

İslâm ümmeti, ümmeti bir kalkan gibi koruyup gözeten Hilâfet kalkanı kırıldığı ve yere düştüğü günden itibaren yeniden ayağı kalkmak için nice çabalarla büyük fedakârlıklar gösterdi. Esasen tam olarak ne yapacaklarını bilmeseler de zulme rıza göstermediler ve düştükleri bu çukurdan farklı farklı fikirlerle çıkacaklarını düşündüler. Kimi milliyetçi, kimi vatancı, kimi ruhani, kimi siyasi fikirler etrafında toplanırken, kimileri de çözüm olarak silahlı mücadeleyi gördüler. Birçoğu duygu ve heyecanla hareket ederek ellerinden geleni yapmaya çalıştılar. Bunları da samimiyetle, fedakârlıkla ve büyük bedeller ödeyerek yaptılar. İçlerinden hainler çıktığı gibi kahramanlar da çıktı!

Tarih boyunca Müslümanların daima bir halifesi, devleti ve ordusu olmuş, zaman zaman yenilgiler tattıysa da kısa sürede toparlanabilmeyi başarmıştır. Aksine küfür devletleri ise daima krallar, feodaller ve din adamlarının tahakkümü altında parça parça devletler ve derebeylikleri hâlinde varlık göstermiştir. Hilâfet’in yıkılmasıyla birlikte durum tersine dönmüştür. Kâfirler birleşip Amerika “Birleşik” Devletleri, Avrupa “Birliği”, Rusya “Federasyonu” adı altında güçlenirken Müslümanlar paramparça devletlere dönüşmüştür. İşin daha vahim tarafı Müslümanların başındaki yöneticiler daima onların hizmetkârı ve uşakları olmuş, Müslümanların aleyhine kâfirlerin yanında yer almışlardır.

Yine de sömürgeciler her ne yaptılarsa da Müslümanlar üzerindeki gayelerine ulaşamadılar. Türkçesi; onları, istedikleri kıvama getiremediler. Fikirlerini değiştirme yolunda epey yol alsalar da duygularını değiştiremediler.

Küffar her ne yaptıysa Müslümanları kirli sistemleri içerisinde eritemedi. İşbirlikçi rejimler onların uşaklığını yapmış olsalar ve bazı gafil âlimler onların yanında saf tutsalar bile bu kasıtlarına ulaşamadılar. Allah’ın yardımı işte!

Müslümanlar, kendilerine yapılan binlerce fikrî, siyasi, kültürel ve askerî saldırılara rağmen İslâm’dan vazgeçmediler. Biliyor musunuz; bunun bir benzeri dünya tarihinde yoktur. Tarih boyunca bu kadar çeşitli, çok yönlü ve ağır saldırılara maruz kalmış herhangi bir dinin, hadaratın yahut kültürün varlığını sürdürdüğüne şahit olan yoktur. Bunun en açık örneği; Afrika ülkeleri, Çin, Rusya, Japonya gibi ülkelerde yok olan dinler, hadaratlar ve kültürlerdir. İslâm tam tersine, asırlar boyunca varlığını güçlendirerek artırmıştır. Devletsiz, lidersiz, ordusuz ve kuvvetsiz olduğu günümüzde dahi, kâfirlerin kalbine korku salmaya devam etmektedir.

Tarihte de günümüzde de ne zaman kâfirler ile Müslümanlar karşı karşıya gelseler, sahada her daim Müslümanlar kazandılar. Kâfirin kalbine korku saldılar ve onlara karşı destansı bir direniş örneği sergilediler. Hem de bunları bir devletleri olmadan, devlet dinamiklerinden yoksun bir şekilde, sınırlı imkânlara sahip iken yaptılar.

O kadar ki işgalciler, Müslümanların içinden hainler devşiremeden, liderlerini para, silah ve makamla satın almadan onlara karşı koyamadılar. Tüm dünya devletlerini hatta halkı Müslüman olan devletleri de yanlarına almadan başarı elde edemediler. Birçok kez Müslümanlar ile müzakere yapmak zorunda kaldılar. Zira onlar savaşmayı değil, kandırmayı daha iyi biliyorlardı. Bu nedenle de her bölgede Müslümanların sahada elde ettiği kazanımları, anlaşma veya müzakere masalarında geri aldılar. Çünkü artık günümüzde savaşlar sadece sahada kazanılmıyordu! Dolayısıyla maalesef tüm bu kazanımlar siyasi basiret ve feraset olmadığı için masalarda kaybedildi!

En yakın örneği işte gözümüzün önünde başlayıp süregelen Suriye. Böyle olmadı mı? Eğer ki dost görünümlü düşmanlar olmasaydı, hainler ortaya çıkmasaydı, kirli paraya tamah eden basiretsizler bulunmasaydı, Amerika’nın son oku olan Türkiye başarı elde edemeseydi, sadece Hizb-ut Tahrir ve Hilâfet’in karalanması için taşeronlar sahaya sürülmeseydi elbette kâfirler bocalayıp duracaklardı. Şanlı Suriye kıyamı Cenevre ve Astana masalarında heba edildi.

Yine işte Filistin meselesi! Ümmet ayakta, gasıp Yahudi varlığı “İsrail’i” yok etmek istiyor, bir kaşık suda boğmak istiyor. Yöneticiler ise yine “paratoner” olma peşinde, ümmetin enerjisini sönümleme peşinde canhıraş çalışıyorlar. “Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” diyorlar. Bari “biz şiddetle kınıyoruz” diyorlar. “Kınamayanlar da var” diyorlar. Ama Selahaddin’i anlamıyorlar, Abdulhamid Han’ın derdiyle dertlenmiyorlar.

İşte Doğu Türkistan, Myanmar, Arakan, Irak, Afganistan, Keşmir, Özbekistan, Kırgızistan, Kırım, Yemen ve dahi Müslümanların “Rabbim Allah’tır” dediği için zulme uğradığı her bir toprak parçası. Vallahi, Müslümanlar zulmün her türlüsünü görse de izzetli, kâfirler her hâlleri ile, her zenginlikleri ile sefil! Zulümler karşısında susan ve harekete geçmeyen feraset ve basiret yoksunu yöneticiler ise dilsiz şeytan!

Değerli Kardeşlerim!

Siyasi feraset olmadan olayların arkasını görebilmek ve düşmanın sinsi planlarını deşifre edebilmek imkânsızdır. Siyasi feraset ise meselelere sadece ama sadece İslâm akidesinden bakabilmektir. Atılacak her adımda şer’î hükümlere bağlı kalabilmektir. Ancak böyle yapanlar siyasi liderliğe talip olabilir ve onu elde edebilirler.

Siyasi liderlik; en “olmaz” denildiği ve karamsarlığa düşüldüğü zamanda bile tevekkül ehli olabilmektir.

Siyasi liderlik; herkesin ümitsizliğe kapıldığı bir zamanda hiç umulmadık yerden zaferin geleceğine inanmak ve inandırmaktır.

Siyasi liderlik; İslâm akidesini korumak ve İslâm’ın bir cüzünden dahi vazgeçmemektir.

Siyasi liderlik; izzetin yalnızca İslâm’da olduğunu unutmamak ve ondan başka hiçbir şeye razı olmamaktır.

Siyasi liderlik; kâfirlerin Müslümanlara asla dost olmayacağını bilmek ve onlarla ilişkileri bu esaslar üzerine oturtabilmektir.

Öyleyse ümmetin evlatlarının bu takdire şayan mücadelelerini, her türlü övgüye mazhar kıyamlarını, bu korkusuz ve ihlaslı mücahitlerin cehtlerini havada bırakmamak ve hedefine ulaştırmak için siyasi bir liderliğe ihtiyaç kaçınılmazdır. Mevcut yöneticiler ise bu bahsettiğimiz siyasi liderlikten fersah fersah uzaktır.

Ümmete lazım olanı ümmet ile buluşturmak lazımdır. Basiret ve feraset ehlinin, yani “La ilahe illAllah” akidesinin hayata geçirilmesi gerektiği ve bunun da yalnız Râşidî Hilâfet Devleti ile gerçekleşebileceğini idrak edip bunun için çalışanlar, bu vazifeyi üzerlerine alarak yüklendikleri davanın farkında olmalılar. Zira hem ümmetin kıyamlarını, hem şehitlerin kanlarını, hem Müslümanları, hem geleceğimizi hem de ahiretimizi kurtaracak olan doğru anahtar budur!

Umutları tüketmeden çalışmak, boyunları yere eğmeden yürüyebilmek ve “olmadı ve asla da olmayacak” diye fısıldayan şeytanları ve onun koalisyon ortaklarını püskürtmek lazımdır.

[قُلْ هَلْ تَرَبَّصُونَ بِنَا إِلاَّ إِحْدَى الْحُسْنَيَيْنِ وَنَحْنُ نَتَرَبَّصُ بِكُمْ أَن يُصِيبَكُمُ اللّهُ بِعَذَابٍ مِّنْ عِندِهِ أَوْ بِأَيْدِينَا فَتَرَبَّصُواْ إِنَّا مَعَكُم مُّتَرَبِّصُونَ] “De ki: Siz bizim için ancak iki iyilikten birini beklemektesiniz. Biz de Allah'ın, ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap vermesini bekliyoruz. Haydi bekleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber beklemekteyiz.” [Tevbe Suresi 52]