Mısır’a Yakışan Köhne Demokrasi Değil Hilafettir
19 Ağustos 2013

Mısır’a Yakışan Köhne Demokrasi Değil Hilafettir

Dünya Mısır’da bir katliama ve zulme daha şahitlik ediyor.

Genç yaşlı, kadın erkek binlerce Müslüman öldürülürken, on binlerce Müslüman yaralı… Arzı Kenan diyarındaki kardeşlerimize büyük bir kıyım operasyonunu yapılıyor.

Katliamın boyutlarını ifade etmekte kelimeler yetersiz kalıyor. Ölü bedenlere dahi zulmediyorlar. İnsanların cenazelerini almalarına dahi izin verilmiyor. Allah’ın mübarek kıldığı camilerde dahi insanlar hapsediliyor, öldürülüyor.

Özetle İnsanlık bir kez daha Mısır da öldürülüyor. Dünya seyrediyor. İslam beldelerindeki yöneticiler, alimler, kanaat önderleri, cemaat liderlerinin bir çoğu hala sessizce seyrediyor…

ABD, Avrupa Suud, Körfez ülkeleri sessiz değil. Darbeyi yönetiyor. Emri veren onlar, kontrol eden onlar, maddi, siyasi destekleri ile seslerini yükseltiyorlar. Bölgedeki ajanları ile perde arkasından operasyonu yönetiyor. Kamuoyunu ise diplomatik açıklamalar ile oyalıyorlar…

Her zamanki senaryo yine devrede aslında. Yönetmen ve senaryo sahibi ABD, Avrupa ve İsrail, başrolde yöneticiler, askerler ve sözde âlimler var, mazlum olanlar ise Müslümanlar. Biz bu filmi Hilafetten sonra neredeyse her yıl tüm İslam beldelerinde izledik. Şimdi ise Mısırda izliyoruz.

Mısırda yaşanan darbe ve darbecilerin kendi halkına yaptığı katliamlar ile dünya bir kez daha demokrasiyi konuşuyor. Özellikle Köklü değişim dergisi olarak İstanbul Fatih Camisinde ve Ankara Kocatepe Camindeki basın açıklamalarımız, meydanlardaki tevhid bayraklarımız, pankartlarımız ve dövizler demokrasi tartışmalarını yeniden alevlendirdi.

Taha Akyol, Nasuhi Güngör, Fikri Sağlar ve daha birçok yazar bugün, geçtiğimiz haftalarda da Yusuf Kaplan, Mümtazer Türköne, Ali Bulaç ve İslami camiadan birçok kişi demokrasi konusunu ele aldılar. Demokrasi İslam’dan mıdır? Demokrasi Şuradır! Demokrasi seçimlerdir! Demokrasi halkın kendi yöneticilerini seçmesidir! Demokrasiyi orta doğuya içselleştirme yolunda ne yapılmalıdır? Demokrasi tarihi kurumdur! Batı’daki kalkınmayı ve istikrarı sağlayan demokrasi değil midir? Toplumlarımızı demokrasi vasıtasıyla yükseltmemiz mümkün iken, yöneticilerin kötü uygulamaları demokrasiyi kötülememizi gerektirir mi? Orta doğuda halkları demokrasi başka anlamda kullanıyor? Ve daha birçok soru soruldu ve cevaplar hep demokrasi tarafındaydı.

Basın açıklamamızda dediğimiz gibi; Müslümanlar demokrasinin Batılılar tarafından uydurulan kocaman bir yalan olduğunu ne zaman anlayacaklar? Cezayir’de İslami Kurtuluş Cephesi FİS %80 oy aldığı zaman Fransız yanlısı ordu darbe yapmamış mıdır? Adnan Menderes’in Adalet Partisi veya Necmettin Erbakan’ın Refah partisi, demokratik cumhuriyeti korumak adına İngiliz yanlısı askerlerin yaptığı darbeler yoluyla düşürülmemiş midir? Mısır’da %52 ile iktidar olan Muhammed Mursi, yine aynı şekilde Amerikan kuklası olan Sisi tarafından darbe ile iktidardan indirilmemiş midir?

Peki, o zaman niçin hala Müslümanlar demokrat olma hevesindedirler. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Müslüman, yılanın soktuğu yerden bir daha sokulmaz” derken bugün hala niçin demokrasiden yüz çevirmemektedirler?

Yoksa Müslümanlar İslam’ın kendine özgü bir yönetim şekli olduğunu mu unuttular? Yâda hayatın her alanını düzenleyen İslam dininin devlet yönetimi hakkında bir görüş ortaya koymadığını mı zannediyorlar?

Neden demokrasiyi savunuyorlar diyecek olsak, demokrasiyi bize kalkınmanın nedeni olarak gösterdikleri için olmalı derim. Bugün ABD, Avrupa devletlerinin sergilediği bu ilerleme acaba demokrasinin sonucu mudur, yoksa sömürgeciliğin sonucu mudur? Her akıl ve vicdan sahibi bunun sömürüden olduğunu söyleyecektir. Neden biz demokrasi yalanına inandık o halde.

Çünkü batı bize bir yalan daha söyledi. İslâm Ümmetinin geri kalmasının nedeni ve yaşadığı trajediler güya İslam’a bağlı olmamızdan kaynaklıydı. Halbuki bu da büyük bir yalandı. Aksine biz ne zaman İslâm’a bağlılıkta gevşeklik gösterdik o zaman geri kaldık.

Demokrasi tarihine ve onu uygulayan Batı’nın tarihine üstünkörü bir bakışla görürüz ki Avrupa demokrasisi, en doğru ve en sağlıklı sistem olduğu için değil, aksine Ortaçağ Avrupa’sının kanlı çatışmaları sonrasında, tepkisel ve uzlaşmacı bir yaklaşım sonucu ortaya çıkmıştır. Bunun içindir ki ortaya çıkışından kısa bir süre sonra korkunç bir Sömürgecilik dalgası başlamış, daha sonra iki dünya savaşı yaşanmış yüzbinlerce kişinin ölmesine neden olmuştur.

Üstelik Batı’nın realitesi dakik bir inceleme ile ele alındığında, demokrasi tercihinin daha güvenli, daha istikrarlı, daha huzurlu bir dünya getirmediği açıkça görülür. Bunun için Hitler’i, Mussolini’yi, Bush’u, Blair'i, Putin’i ve Obama’yı iktidara, demokratik sistemin taşıdığını hatırlamak herhalde yeterli olacaktır.

Demokratik süreç ile paralel gelişen Sömürgecilik akımı, Batılı demokrasiler eliyle gerçekleştirilmiştir. İlk dönemin meşhur sömürgecileri olan İngiltere, Fransa, Hollanda, Portekiz, Rusya ve şimdi Amerika ve diğerleri, dikkat edilirse hep demokratik Batılı devletlerdir. Sadece İslâmî topraklarda değil, Asya’da, Afrika’da ve Latin Amerika’da işledikleri cürümlerin, ithal ettikleri kölelerin, yağmaladıkları servetlerin izleri silinmiş değildir. Yine bu ülkelerde yaptıkları devrimler, işledikleri katliamlar, çıkardıkları kardeş kavgaları ve saçtıkları fitne ve fesat tohumları, insanların hayatı ve geleceği ile nasıl oynadıklarına, geçmişlerini nasıl kararttıklarına delildir.

Demokrasi siyasi ve ekonomik olarak kalkınma değil, sömürgeciliğin etkisi ile bir ilerleme kaydettiğini, sömürgecilik çarkının kırılmasıyla birlikte durumun tersine döneceğini aşikârdır. Fakat şunu da bilmemiz gerekir ki demokrasi, kendi ölçüleri ve ilkeleri açısından da çürüktür. Demokrasi halkın egemenliği değil, aslında sömürgecilerin ajanları vasıtasıyla ülkeler üzerindeki egemenliğidir. Demokrasinin özgürlük getirdiği iddia edilir, ama getirdikleri özgürlük bugün Irak’ta görülmektedir.

Üstelik Batılı halklar nezdinde de demokrasinin fesadı burunların direklerini kırar hale gelmiştir. İnsan aklına ve fıtratına aykırı bu yaklaşım sonucu, insanlar üzerinde iğrenç bir menfaatçilik ve bencillik egemen olmuştur. Egemenliği, helâl ve haram belirlemeyi, kanunlar ve nizamlar koymayı esas alan bu fikir, insanlığı kulların Yaratıcısına kulluktan kula kulluğa yönelterek milat öncesine geri dönmüştür. İnsanlar annelerini, babalarını, evlatlarını, kardeşlerini tanımaz olmuştur. İnsani, ahlaki ve manevi değerler yok olmaya yüz tutmuş, maddi değerler hepsinin üstüne çıkmıştır. Saadetin maddi lezzetlere bağlanması, insanlığı huzursuzluğa ve mutsuzluğa itmiştir. Tabiatıyla bu, insanlık için bir felaket, yıkım, kaos, intihar ve çöküntüdür. Karanlığa gerisin geriye dönüştür, irticadır!

İbnu Haldun’un meşhur Mukaddime isimli kitabında bir tavırlar nazariyesi vardır. Bu konuda devletlerin kuruluşundan yıkılışına kadar geçtikleri aşamaları ve bu aşamaların özelliklerini anlattıktan sonra, tüm bu aşamalar tamamlandığı halde, bir devletin yahut nizamın hâlâ ayakta kalabilmesini, o devlet yahut nizam karşısında kuvvetli ve inkılapçı bir alternatifin çıkmamasına bağlar ki bu nazariye, vakıa açısından halen geçerliliğini korumaktadır.

Bugün Sömürgeci Kâfirler ile uydu devletlerinin ve Küfür nizamlarının aşamaları genel olarak tamamlanmıştır. Bu aşamalar tamamlandığı halde, bunca zulümlere, cürümlere, işgallere ve katliamlara rağmen, henüz yıkılmamış olmasının yegâne nedeni, İslam’ın alternatif bir ideoloji olarak Hilafet nizamının henüz sahaya inmemiş olmasıdır.

Afganistan için demokrasi istenmiş, yüz binlerce masum Müslüman katledilmişti.

Irak’ta 1,5 milyon Müslüman katledilirken demokrasi tesis edilmeye çalışılmıştı.

Suriye için 3 yıldır demokrasi adına yüz binler katledildi ve katliam devam ediyor.

Şimdi Mısır’da demokrasi için binler öldürülürken, bütün bunlar demokrasi varken ve demokrasi için yapılırken aman ha demokrasiyi sorgulamayın demek nasıl bir anlayışın ürünüdür. Her şeyi sorgulayın ama demokrasiyi asla sorgulamayın diyenlere diyoruz ki biz demokrasiyi sorgulamıyoruz, onu tümden reddediyoruz. Bütün beşeri sistemlerin yerine ilahi nizam İslam’ı ve Hilafeti istiyoruz.

Yine basın açıklamasında dediğimiz gibi;

Mısır, İslam'ın kalesi, fetihlerin başlangıç noktasıdır.

Mısır, İslam'ın düşmanları olan haçlılar ile Tatarlara karşı zaferlerin kaynağıdır.

Mısır, Bağdat'ta Hilafet'in başkenti olduğu gibi Abbasi Hilafet'i ile Osmanlı Hilafet'i arasındaki bağlantı halkasıdır.

Bugün Mısır’a yakışan, Batı’nın köhne Demokrasisi değildir.

Bilakis bugün Mısır’a yakışan yeniden ikinci Raşid-i Hilafet'i ikame etmektir.