Meydan Okuma
01 Eylül 2021

Meydan Okuma

“Ey Hazreç topluluğu, dikkat edin! Siz, siyahı ve beyazı ile bütün insanlarla mücadeleyi göze almak üzere O’na (Muhammed aleyhisselam) biat ediyorsunuz.” -Abbas b. Ubade

İnsanlığın tarihinde gerçekleşen keskin ve net kırılmalar büyük değişimleri de beraberinde getirmiştir. Kırılmaların yaşandığı coğrafyalarda toplumları kalkındıran bu değişimler, kaçınılmaz olarak dünya tarih sahnesini de yeniden şekillendirmiştir. Geçmişe dönüp bakıldığında bu değişimlerde en çok göze çarpan ve mevcut denklemleri alt üst eden unsurların, kırılmanın gerçekleştiği toplumlarda sarsıcı etkiye sahip olması, statükoyu rahatsız etmesi, mazlumlara umut vermesi ve bunların ötesinde meydan okuyucu olmasıdır.

Nice kadim şehirler ve meydanları bu siyasi/toplumsal depremlerin izlerini taşır sinesinde. Belki de “meydan okuma” deyimi bu meydanlardaki mücadelelerin literatüre eklediği bir deyimdir.

Kuşkusuz bu inkılabî değişimler içerisinde, beşerî ideolojilere, düzen/din sahiplerine, krallara, diktatörlere, imparatorlara karşı tarihin en büyük meydan okuyuşunu İslâm gerçekleştirmiştir. Medine’de hayat bulmasından kıyamete değin, bu meydan okumayı her alanda canlı tutacak dinamikleri ile saadet, huzur ve kurtuluşun yegâne kapısı olmuştur.

Öyle ki yolun hemen başında, Mekke sokaklarında fikirler/ayetler insanların düşünce dünyalarında fırtınalar estirmeye daha yeni başlamışken, Rasulullah’ı yalanlayanlara karşı keskin bir meydan okuma ile “De ki: 'Bunun benzeri bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın.” [Yunus Suresi 38] diyerek muhataplarının acziyetini ortaya koymakla kalmayıp mücadelenin ne kadar keskin ve sert geçeceğinin işaretlerini de veriyordu.

Bu meydan okuyuş hiç durmadı; Rasulullah’ın amcası Ebu Talib’in, müstekbir Mekkelilerin mesajını getirdiği umutsuz ama mücbir ziyaretinde de, Şi’be mahallesinde kuru deve derisini emip açlıklarını bastırmaya çalıştıkları ambargo döneminde de, eski elbisesi, eğri kılıcı, eğilmiş kalkanı ve çelimsiz atıyla İran kisrası Rüstem’in karşısına çıkan Ribi ibni Amir’in sözlerinde de devam etti.

İslâm’ın çağrısı sadece bir kavme ya da sadece bir bölgeye yönelik değildi. O’nun yapısı tüm insanlığı kuşatacak/kurtaracak bir hâkimiyeti hedefleyen kodlar ile kodlanmıştı. Üç tarafı denizlerle çevrili Arap Yarımadası’nda yeni kurulmuş bir devlet iken, dünya siyasetinin süper güçleri Bizans İmparatoru Heraklius’a, Sasani İmparatoru Hüsrev’e, İskenderiye Valisi Mukavkıs’a ve daha nicelerine karşı daveti ve meydan okuyuşu başka nasıl açıklanabilirdi!

Hayatın her alanında, bilimde, sanatta, içtimai ve iktisadi alanda insanların sorunları çözmede, selamı tesis etme ve yaymada asırlarca yeryüzü ve gökyüzü bu muhteşem uygarlığın gücüne şahitlik etti.

Günümüzde ise İslâm’ın köklerinden tozların temizlenerek, fikrî olarak sürdürdüğü meydan okuyuşunu toplumun damarlarında dolaşan kan misali her hücresine hayat vereceği günü beklemektedir.

Müslüman coğrafyada her zaman olduğu gibi gündem sıcak. Terör devleti Amerika’nın Afganistan’ı işgal etmesiyle başlayan kanlı süreç Taliban hareketinin, müstekbirleri hezimete uğratmasıyla nihayete erdi. Amerika rezil bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldı. Ve gözler Afganistan’ın yönetimini tekrar ele alan Taliban’a çevrildi.

Katil sürüsünün mağlup başkanı Joe Biden’ın, “İslâm ile mücadelemiz devam edecek... Halifeliğin dönmesine asla müsaade etmeyeceğiz” açıklamaları gazetelerin manşetlerine konu olurken galip konumda olan Taliban yetkililerinin “ABD ve bütün dünya ile iyi ilişkilere sahip olmak istiyoruz” açıklamaları bir şeylerin ters gittiğini gösteriyor.

Müminlerin kalplerini ferahlatıp umutlarını kavileştiren, kâfirlerin ise uykularını kaçıran, İslâm’ın meydan okuyucu özelliği apaçık ortada iken, Müslümanlardan teşekkül kitleler bundan yoksun olabilir mi? Şu zifiri karanlıkta en ufak bir ışık belirtisine bile pervane olan ümmetin umutları bölgesel çıkarlara feda mı edilecek? Bu devlet sadece Afganlara ait ulus devlet modeli ile uluslararası sistemin çarklarında bir dişli mi olacak?

Son olarak, neredeyse her 5-10 yılda bir yaşanan bu (Abdunnasır-İran devrimi-AK Parti iktidarı-Arap Baharı süreci-Suriye devrimi gibi) gelişmeleri değerlendirirken Müslüman camiada duygusallıktan uzak değerlendirmeler yapılamıyor maalesef. Ân’ı yaşama isteği, nebevi metodu ve İslâm’ın yönetim modelini anlamadaki zafiyet ile birleşince bir sonraki adımın ne olacağı, Müslümanların desteğini alanların hedeflerinin netleşmesi, dost ve düşman tanımlamalarının yapılması ve daha birçok önemli hususlarla ilgili nasihatler göz ardı ediliyor. Bu nasihatlere kulak tıkamak, tarihi tekerrür ettirirken biz Müslümanlara da dejavular yaşatıyor.

Rabbim bizlere Abbas b. Ubade gibi siyasi uyanıklık Hazreçliler gibi de kararlılık versin.