İdlib’de Görünen Köye Kılavuz Gerekmiyor
01 Eylül 2020

İdlib’de Görünen Köye Kılavuz Gerekmiyor

Suriye ile ilgili son günlerde bazı önemli gelişmeler yaşanıyor. Suriye Siyasi Çözüm Planı’nın uygulanma safhasında yeni adımlar atılıyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Suriye Anayasası’nın hazırlanması kapsamında temaslarda bulunmak üzere Cenevre’nin ardından 26 Ağustos Çarşamba günü önce İstanbul’a geldi ve Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu Başkanı Nasır El Hariri ve muhalif temsilciler ile görüştü. Aynı akşam Ankara’ya geçen Jeffrey’yi Hulusi Akar 27 Ağustos Perşembe günü ABD’nin Ankara Büyükelçisi ile birlikte kabul etti. Bir sonraki gün Kalın ile görüşen James Jeffrey ABD’ye geri döndü.

Esenboğa Havalimanı’nda gazetecilere, ziyaretine ilişkin kısa bir açıklamada bulunan ABD Suriye Özel Temsilcisi, Suriye konusunda “heyecan verici” gelişmelerin olduğunu dile getirdi. Jeffrey, Cenevre’de üçüncü turu başlayan Anayasa Komitesi görüşmelerinin iyi geçtiğini dile getirdi ve Türkiye’nin bu noktada verdiği desteğin çok önemli olduğunu söyledi. Burada dikkate değer bir şeyi hatırlatmakta fayda var: Jeffrey gazetecilere yaptığı bu açıklamayı Ankara’da Akar ve Kalın ile yapacağı görüşmeden önce, İstanbul’da Suriyeli Muhalifler ile yaptığı görüşmeden sonra verdi. Türkiye’nin muhalifler üzerinde çok etkin olduğunu James Jeffrey’nin heyecanından anlayabiliyoruz.

Bu bilgileri Suriye devriminin son kalesi olan İdlib’de bu günlerde yaşanan gergin süreci daha iyi görmeniz ve anlamanız için paylaştım. Malum, son günlerde Suriyeli gruplardan “Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ)”, İdlib’in merkezinde ve Atme kasabasında Hizb-ut Tahrir üyelerinin evlerine baskın yaparak gözaltılar gerçekleştiriyor. Gözaltına alınan kişilerin ailelerinin ve Hizb-ut Tahrir üyesi hanımların mahkeme önünde yaptıkları protestoları zorbalıkla, silah kullanarak, kadınlara hakaret yağdırarak dağıtıyor.

Peki, HTŞ bunu niçin yapıyor? Bu zorbalığın, bu tutuklamaların gerekçesi nedir? Çünkü Hizb-ut Tahrir “ABD'nin Siyasi Çözümüne HAYIR, Rejimin Devrilmesi ve Hilafet'in ikamesine EVET!” başlıklı bir kampanya başlattı. Kampanya çerçevesinde İdlib’deki grupları, İdlib ve tüm Suriye halkını bu cürümden, ABD’nin bu siyasi çözümünden uzak durmaları için çağrı yapıp uyardı. İdlib ve Atme halkını kampanya kapsamında beyanatlar ile bilgilendiren Ubade ve Muhammed eş Şeyh isimli Hizb-ut Tahrirli gençlerin evlerini onlarca silahlı kişi ile basan HTŞ, zorba bir şekilde Müslümanları gözaltına aldı. Burada HTŞ’nin bu zorba uygulamaları yapma konusunda cesareti kimden aldığının altını özellikle çizmekte fayda görüyorum. Zira bu uygulamalar hem şer’an hem de aklen devlet otoritesini gerektirir. İdlib’de gerçek bir İslâmi otoritenin olup olmadığı konusu ise izah gerektirmiyor. HTŞ’ye bu cesareti, ABD’nin siyasi çözüm planının uygulayıcısı olan Türkiye veriyor. Çünkü İdlib ve civar bölgede hem sahada hem de siyasi alanda hâkimiyet kurmuş durumda olan ülke Türkiye’dir. Aynı zamanda Türkiye ABD’nin çözüm planının deşifre edilmesinden de son derece rahatsızlık duyuyor.

Şimdi bu izahattan sonra şunu görmek gerekiyor: İdlib ve Atme’de HTŞ ile Hizb-ut Tahrir arasında yaşanan gerginlik, gruplar arası kuru gerginlik gibi değerlendirilemez. Suriye’deki süreç, siyasi bir süreçtir ve bu süreçte yaşananlar, ABD’nin Türkiye üzerinden Suriye’de hayata geçirmek istediği planlardan uzak ve bağımsız değerlendirilemez. Yani mesele HTŞ-Hizb-ut Tahrir gerginliğinden öte bir şeydir.

Hizb-ut Tahrir, Suriye’de 1950’li yılların başından beri çalışıyor. Bu çalışmalarında Müslümanların ve Suriye halkının İslâmi menfaat ve maslahatlarını gözeterek hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan mücadele veriyor, bedeller ödüyor ve ödemeye de devam edecek. 2011’de Suriye Devrimi başladığı günden beri Hizb-ut Tahrir Suriye halkını ve devrimci grupları Batı ve özellikle ABD’nin sinsi planlarına karşı uyanık olma konusunda uyardı, hâlâ uyarıyor. Yani Hizb-ut Tahrir Suriye’de dün ne yaptıysa 2011’den bugüne aynısını yapıyor. Suriye’deki katliamlar sebebiyle grupları, devrimcileri suçlamadı, aksine rejimin yıkılması için grupları teşvik etti. Suud, Türkiye ve Körfez ülkelerinin gerçek yüzlerini ortaya çıkardı; ordularını karargâhlarda çürüten bu ülkelerin ABD işbirlikçisi olduğunu açıkça beyan etti. Ama öyle ya da böyle, Allah için samimi gayret sergileyen hiçbir lider için “ajan” ya da “uşak” ifadesi kullanmadı. Aksine HTŞ’nin Türkiye’nin sözünü dinlediğini, Türkiye ile işbirliği yaptığını, bundan sakınması gerektiğini, bunun devrimi tuzağa çeken bir süreç olduğunu söyledi. Şam’ın kapılarına kadar dayanmış devrim güçlerinin adım adım, kulaç kulaç nasıl geriye itilerek İdlib’e sıkıştırıldığını, bu süreçte Türkiye-Rusya-İran ittifakının rolünü açıkça gözler önüne serdi, göremeyenlere gösterdi, anlayamayanlara anlattı. “Aman ha!”, “sakın ha!”, “Allah aşkına aldanmayın!” diye yalvarıp durdu. Zira Hizbin amacı bağcıları dövmek değil, Allah’ın lütfu olan üzümleri ümmete yedirmektir.

Aynı zamanda da kazanılan bölgelerin tek tek geri bırakılması, bölge ülkeleri ile girdikleri kirli ilişkiler sebebiyle devrimci grupları uyardı, grup liderlerinin yanlış yaptıklarını, devrime ve dökülen kanlara ihanet ettiklerini söyledi. “Müslüman aynı delikten bu kadar fazla sokulmaz” dedi. “Aklınızı başınıza toplayın, nelerden kaynak sağladığınıza, bu topraklarda hangi istihbaratların kaç yüz adamının dolaştığına dikkat edin, sakın süslü laflara aldanmayın”, dedi. Bütün bunlara karşılık da bedel ödedi; gün geldi İŞİD milisleri Hizb-ut Tahrir gençlerini şehit ettiler, gün geldi bazı grupların liderlikleri Hizb-ut Tahrir’i fitnecilikle itham ettiler, çalışmalarını engellemeye, faaliyetlerini durdurmaya çalıştılar. HTŞ de diğer rejimlerin ve grupların on yıllardır yaptığı gibi baskıcı uygulamalardan maalesef geri durmadı; Hizb-ut Tahrir’i fitnecilikle itham etti, gençlerine ve ailelerine zulmetti. Kaldı ki HTŞ’nin Hizb-ut Tahrir gençlerine yönelik baskı ve tutuklamaları yeni bir şey de değil, son 1,5 yıl içerisinde İdlib’de onlarca Hizb-ut Tahrir üyesi tutuklandı ve hapse atıldı, bazıları serbest kaldı, bazıları hâlâ hapiste… Hakkı haykırdığı radyosuna dahi tahammül edemeyip tüm cihaz ve ekipmanlarını gasp ettiler.

Dolayısıyla bu gerginlikte, şer’an, aklen ve vicdanen rahat olan, haklı olan, hakkın tarafında olan, siyasi basiretle hareket eden yalnızca Hizb-ut Tahrir’dir. Çünkü Hizb-ut Tahrir Batı’nın ve ABD’nin kirli planları konusunda gruplara hak olanı söyledi ve geldiğimiz noktada haklı da çıktı. Şayet İdlib’deki bu gerginlik suhuletle ve konuşarak giderilecekse, Hizb-ut Tahrir 8,5 yıldır zaten grupların kapısını aşındıran taraftır; onlara devrimin Hilâfet ile taçlanması konusunda nasihat eden taraftır; kapıları aşındıran taraf olmakla beraber kapısı Müslümanlara da hep açık olan taraftır. Hizb-ut Tahrir çalıştığı bütün ülkelerde Müslümanlara kapısını açık tutmuş, ülkelerin istihbaratlarına ise kapıyı sonuna kadar kapatmıştır.

Dolayısıyla bu aşamada, kuşatmanın derinleştiği, kâfirler ve zalimlerin devrimi yok etme, bitirme gayretlerinin, sinsi planlarının arttığı bir süreçte basiret üzere yapılacak şey, ABD’nin siyasi çözüm planının nelere mal olacağını görmek ve ona göre hareket etmektir. Bu meselede basiretli olmak, Rusya ile devriye atan, mücahitlere “terörist” diyen, İran ile el sıkışan ve ABD ile dost olan Türkiye’nin nasihatlerini dinlemek değil Hizb-ut Tahrir’in nasihatlerini dinlemek ve ABD’nin sinsi planının deşifre olması için Hizb-ut Tahrir gibi mücadele vermek olmalıdır.