Dini Yalnızca Allah’a Has Kılmak
19 Nisan 2020

Dini Yalnızca Allah’a Has Kılmak

هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ فَلَمَّٓا اَنْجٰيهُمْ اِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

“Sizi karada ve denizde yürüten O’dur. Öyle ki, siz gemilerde bulunduğunuz ve gemilerin de (içindeki yolcuları) güzel bir rüzgârla alıp götürdüğü ve (yolcuların) bununla sevinç ve ferah duydukları bir esnada, gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar; her taraftan dalgalar kuşatır onları ve yolcular anlarlar ki, her taraftan kuşatılmışlardır. İşte (tam o anda), dini Allah’a has kılarak, ‘eğer bizi bu durumdan kurtarırsan Sana şükredenlerden olacağız’ diye Allah’a yalvarırlar. Ne var ki, Allah onları kurtarınca yeryüzünde haksız yere azgınlık yapmaya koyulurlar. Ey insanlar! Sizin azgınlığınız ancak kendi aleyhinizedir. (Peşinde olduğunuz,) yalnızca dünya hayatının menfaatleridir. Sonunda dönüşünüz yine bizedir. İşte o zaman size, işlediklerinizi haber vereceğiz.” [Yunus 10/22-23]

Şu an koronavirüs tabiri caizse Rabbimizin ayetinde belirttiği üzere dalgalar şeklinde bütün bir beşeriyetin hayatını kuşatmış ve çevrelemiştir. Belki de insanlık bu son yüzyılda kendini hiç bu kadar aciz hissetmemişti. Bu virüs karşısında beşeriyet Rableri karşısında çaresizliği iliklerine kadar hissetmiştir. Aynen az önce ayette zikretmiş olduğum gemide yolculuk yapan insanların durumunda olduğu gibi.

İnsanlar bu virüsü kendilerinden uzaklaştırması için gece-gündüz Rablerine dua etmekte, yalvarıp yakarmaktadırlar. Bir an önce bu beladan kurtulmak istiyorlar. Fakat bununla beraber Allah Subhanehu ve Teâlâ bu musibeti kaldırdığında insanlık yine hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edecektir. Yine azgınlık ve tuğyan peşinde koşacak, yeryüzünde bozgunculuk yaparak kan dökmeye ve kendini “ilah” yerine koymaya devam edecektir. Burada biz Müslümanlar açısından önemli olan mesele bu yaşananlardan gereken dersi çıkarmamızdır.

Allah Azze ve Celle fırtınalı bir günde bir gemide yolculuk yapan insanların durumunu bize misal olarak verdi. Aynı zamanda gemideki yolcuların musibet anında dini sadece Allah’a ait kılarak kendisine yöneldiklerini haber verdi. Peki dini yalnızca Allah’a has kılmak ne demek? Allah’ı sadece öldüren ve dirilten, rızık veren veya bir takım tabiat olaylarını düzenleyen bir ilah olarak değerlendirmek mi? Yani Allah’ı yalnızca göklerin Rabbi olarak kabul etmek mi? Ya da “dini Allah’a has kılmak”; Allah’ı birlemek, uluhiyyeti, rububiyyeti, din koyma yetkisini, hükmetme yetkisini sadece ve sadece Allah’a tanımak mı, demek? Yani Allah’ı hem göklerin hem de yeryüzünün Rabbi olarak kabul ve tasdik etmek mi?

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ

“O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da (Batıların da) Rabbidir.” [Saffat 5]

Gemideki yolcuların durumuna bakılırsa onlar sadece Allah’ı yaratan olarak O’na boyun eğdiler. O’nu birlemede, uluhiyette, rububiyette, yasa koymada ve hükmetmede dini O’na ait kılmadılar. Şayet onlar her konuda dini sadece Allah’a hasretmiş olsalardı karaya çıktıklarında da hayatın her alanında sadece O’na kulluk ederler ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmazlardı. Bilakis onlar sağ salim bir şekilde karaya çıktıktan sonra her şeyi anında unutuverdiler. Sanki hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ettiler.

Onlar sadece o zor fırtına anında dinin tamamını yani dinin sosyal alana hükmetme konusunda da Rablerini birlediler. Fakat Allah Azze ve Celle onları o musibetten kurtarıp sağ salim bir şekilde karaya çıkarınca dini bütünüyle gemide bıraktılar. Yanlarına aldıkları ise sadece Allah’a inanmaları oldu. Karada, her zaman olduğu gibi sosyal sahada dini iptal ettiler ve dini sadece Allah’a yaratmayı hasrederek kanun ve hükümleri kendileri koymaya devam ettiler.

İşte bu durum, dini yalnızca Allah’a has kılmak demek değildir. Peki, bir Müslüman için durum nasıl olmalı? Rabbimizin insanlara misal olarak verdiği bu gemi yolculuğunu nasıl yorumlamalıyız? Bu gemide yolculuk yapanların durumu gibi mi yoksa hem gemide hem de karada dini sadece Allah’a ait kılarak mı? Tabii ki bir Müslüman hayatın her alanında ve her saniyesinde dini sadece Allah’a ait kılmalıdır. Fakat günümüzde durum bunun tam tersidir. Şu an bütün bir insanlık bu virüs musibetinden kurtulmak için bir taraftan dini sadece Allah’a ait kılarken, diğer yandan ise aynı insanlar hüküm koyma yetkisini kendine vermeye devam ediyor. Yani göklerin Rabbini kabul ederken iman ettikleri aynı Rabbin kamusal hayata müdahalesini engelliyor ve kabul etmiyorlar. Bu durum tüm dünya için aynıdır.

Oysaki çok değil daha yüz sene öncesinde Müslümanlar hem denizde ve hem de karada dini yalnızca Allah’a ait kılıyorlardı. 1300 senelik Hilâfet gemisinde Müslümanlar Allah’a bu şekilde iman ediyorlardı. İman edenler 1300 senelik o Hilâfet gemisinin içerisinde sadece Allah’ı birlemekle yetinmediler, aynı zamanda hem denizde hem de karada dinin bütün hükümlerinde (yönetimde, ekonomide, içtimai nizamda, eğitim ve öğretim sisteminde, dış ve iç ticarette, dış ve iç siyasette) kısaca hayatın her alanında Allah Azze ve Celle’yi tek yetkili merci olarak kabul ettiler ve sadece O’na kulluk ettiler. Dini sadece O’na hasrettiler. Ta ki 1924 yılında Hilâfet’in ilgasına kadar…

Müslümanlar hem gemide dini sadece Allah’a ait kıldılar hem de karaya çıktıklarında… Günümüz Müslümanlarının yaptığı gibi musibet anında dini sadece Allah’a has kılmadılar.

Öyle ki şu anki Müslümanlar zor ve sıkıntılı anlarında şimdi olduğu gibi tüm güçleriyle Allah’a yalvarıyorlar fakat Allah Azze ve Celle bu musibeti onlardan kaldırınca sanki hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ediyorlar. Yani küfür fikirlerinin hayatlarını kuşatmasına sükût ediyorlar. Üzerlerine demokrasi ve laiklik gibi veya diğer beşerî ideolojilerin tatbik edilmesine ya rıza gösteriyorlar ya da uygulanmasına ses çıkarmıyorlar. Peki, böyle bir durumda o gemide yolculuk yapanların durumlarından ne farkları kalır? Onlar da Allah’ı tanıyorlar, Allah’ın kendilerini yarattığına iman ediyorlar ama onlarda karaya çıktıklarında Rablerini unutup kendi koymuş oldukları yasa ve nizamlarla hükmediyorlar.

Belki birileri bu söylediklerime itiraz edebilir. Fakat vaka bu söylediklerimizi teyit ediyor. Şu an dini devletten ve hayattan ayıran demokrasi ve laiklik yasalarıyla yönetiliyoruz. Hatta Müslümanlardan bazıları gayri İslami ve tağuti bir rejim olan demokrasiye çağırıyor ve demokrasinin bu toplum ve hatta bütün bir beşeriyet için en ideal yönetim nizamı olduğunu söylüyorlar. Bu mudur, dini sadece Allah’a hasretmek? Bu, olsa olsa dinin sadece küçük bir kısmını Allah’a hasretmek fakat büyük kısmını da insana hasretmektir.

Dolayısıyla bizler Müslümanlar olarak bu veya buna benzer musibetlerden gereken dersler çıkartarak hayatın her alanında İslâm’ı tatbik edecek ve dini sadece Allah Azze ve Celle’ye hasredecek İkinci Râşidî Hilâfet’in yeniden kurulması için -en ufak bir ihmalkârlık dahi göstermeksizin bu uğurda- tüm gücümüzle bu yolda çalışmalıyız.

يَٰٓأَيُّهَا ٱلْإِنسَٰنُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ ٱلْكَرِيمِ

“Ey insan! Seni kerim olan Rabbine karşı aldatan ne oldu!” [İnfitar 6]