Bu Ümmet Ne İstediniz de Vermedi?
21 Haziran 2021

Bu Ümmet Ne İstediniz de Vermedi?

Bilinçaltının dünyamıza kazandırdığı bir özdeyiş de “Ne istediniz de vermedik?” ifadesi oldu. Erdoğan, 22 Aralık 2019 Trabzon Mitinginde halka seslenirken bilinçaltı devreye giriyor ve bu sözü kendisine söylettiriyor.[1]

Elbette ki bu söz, Türkiye’nin PKK kadar eski ve bir o kadar da yıkıcı etki bırakan FETÖ meselesinde pek çok şeyi ifade etmektedir. Ancak biz bugün, AK Parti’nin 20 yıllık tek başına sürdürdüğü iktidarın sonunda düştüğü aciz durumu ifade etmek üzere sözü biraz değiştirerek şöyle seslenmek istiyoruz: Ne istediniz de bu ümmet vermedi?

2002 yılında yapılan genel seçimlerden tutun da 2017 Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş referandumuna ve ardından yapılan 24 Haziran 2018’de 27. dönem seçimlerine kadar her defasında bu ümmetten ne istediyseniz verdi. Dahası halk, hiçbir iktidara vermediği krediyi size verdi. Hiçbir hükumete karşı göstermediği sabrı size karşı gösterdi. Hiç kimseye güvenmediği kadar size güvendi. Hatta ve hatta rejime, laikliğe ve demokrasiye inanmadığı hâlde meydanlarda kullandığınız dil, okuduğunuz ayetler ve vurgu yaptığınız tarihî olaylara bakarak bir umut peşinizden gelenler oldu. Oyu ile birlikte parasını, bileziğini, evladını varını yoğunu elinize sundu. Buna mukabil sizden tek şey istedi: sahil-i selamete çıkmak!

Peki, gelinen noktada bu ümmet “ne iyi ettik de Erdoğan’a güvendik”, “ne iyi ettik de AK Partiye oy verdik” diyebiliyor mu? “Hani ‘laik rejimle bir yere varılamaz’ diyorlardı, bakın nasıl da huzur ve saadete vardık” diyen var mı? Ya da güvenmeyen, oy vermeyenler vicdan azabı çekiyor mu? “AK Parti ve Erdoğan bizi haksız çıkardı, bizi mahcup etti. Bak işte adam gibi adam çıktı. Sözünün eri çıktı. Ümmetin sorunlarının büyük bir bölümünü çözdü” diyebiliyor mu?

Evet, her şey bütün çıplaklığıyla ortada! Fanatizm, tarafgirlik ve önyargılarından bağımsız bakabilen herkes, işlerin yolunda gitmediğini görüyor. 20 yıllık tek başına iktidar olunmasına rağmen ülkenin devasa sorunları, olduğu gibi yerinde duruyor. Eğitimden ekonomiye, yargıdan dış siyasete, işsizlikten terör meselesine, toplumsal yozlaşmadan Kürt meselesine, asayişten mafya terörüne tüm sorunlar daha derin boyutlar kazanmış, toplumun tahammül sınırlarını aşmıştır.

Değinmekle yetindiğimiz bu sorunların her biri tek başına bir makale konusu. Nitekim her kesim bu sorunlardan bir kaçını gündelik hayatta yoğun bir şekilde yaşamaktadır. Uyuşturucuya bulaşmış evladını eliyle polise teslim eden babayı mı, dersin; Avrupa kriterlerine uyum sağlama sürecinin yozlaştırdığı ailevi ilişkilerin neden olduğu boşanma furyası ve kadın cinayetlerini mi, dersin; işsizlik, geçim sıkıntısı ve huzursuzluğun neden olduğu intiharları mı, dersin; -çoğu üniversite mezunu- sayıları milyonlarca ifade edilen işsiz gençleri mi, dersin; say say bitmez…

AK Parti ve Erdoğan üzerinden Türkiye halkının yaşadığı bu 20 yıllık deneyim ve sonunda karşılaşılan bu hayal kırıklığı ve umutsuzluk hâli -doğru okunabilirse- aslında büyük itiraftır. Rejimin iflas itirafıdır. Laik ve demokratik rejimin iflas tablosudur. Gelinen nokta; “laik ve demokratik rejimle de bu ümmete huzur ve refah getirilebilir” iddiasının iflasıdır.

Nitekim Cumhuriyetin kurulmasıyla ilga edilen Hilâfet’ten sonra Müslüman ümmetin önüne demokrasi deneyimi konuldu. Bu deneyim aslında siyasi cambazlıklar ve darbelerle yürütülen bir toplum mühendisliği süreciydi. Yarım asırlık bir oyalamadan sonra Müslümanların demokratlaştıklarına inanıldığı noktada Erdoğan ve AK Parti deneyimi devreye sokulmuştur. Ümmet adeta bahaneleri ortadan kaldırmak adına bu deneyime yöneldi. Ve Erdoğan’a 20 yıllık kesintisiz bir iktidar verdi. Bu kez “sistem hantal” denildi. Halk bu bahaneyi de ortadan kaldırarak Başkanlık sistemini de sandıktan geçirdi. Deyim yerindeyse “haydi buyurun bakalım; çözün şu sorunlarımızı da sizi görelim” dedi. Artık Erdoğan ve Ak Parti’nin hiçbir bahanesi kalmamıştı. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana baş gösteren onlarca devasa sorunu çözmek iddiasıyla ümmetten oy istemişti. Ümmet de gereken desteği vermişti. Ümmet bir nevi; “Lafını çok dinledik şimdi iş icraatta” demişti.

Ancak görüldüğü üzere hiçbir konuda dünden daha iyi bir durumda değiliz. Yukarıda ana başlıklar hâlinde değindiğimiz hiçbir sorun çözülmüş değildir. Hiçbir bahanesi kalmayan Erdoğan ve AK Parti, ne ülke sorunlarını çözebildi ne de siyasi rant adına cömertçe umut dağıttığı Filistin vb. mazlum Müslüman halkların yarasına merhem olabildi. Gelinen noktada herkesin sus pus edildiği ve iktidar piramidini dibinden ta tepesine kadar pis kokuların sardığı bir siyaset biçimine evirildi. Böylece bu siyasi hareketin, yaklaştıkça yaklaşan kaçınılmaz sonunu çaresizce beklemekten başka bir şeyi kalmamıştır.

20 yıllık kesintisiz ve bahanesiz bir iktidarın sonunda, AK Parti’ye yakın muhafazakâr kesimin önde gelen yazarlarından birinin, “Yolsuzluk ve rüşvet gibi, torpil ve haraç almaya endeksli bir yönetici kafası ile bu işlerin yoluna girmesi mümkün değil”[2] diye yazmış olması, rejim iflası ile birlikte başta Erdoğan olmak üzere AK Parti kadrolarının da iflasıdır. “Organize suç örgütü lideri” diye anılan Sedat Peker’in yaptığı ifşaatlar, küresel kapitalist sistemin yerel uygulayıcısı olan AK Parti’nin iktidarını sürdürmek için her yolu mubah gören zihniyetini deşifre etmiştir. Laik demokratik siyaset metoduyla İslâm ümmetine hizmet edilemeyeceği hükmünü pekiştirmiştir.

AK Parti tecrübesinin alternatifi ebetteki başka bir laik demokratik siyasi parti olamaz, olmamalıdır. Türkiye’de başta ümmetin bağrından çıkan ulema dâhil ümmetin kalkınması için çırpınan samimi münevver insanların pahalıya mal olan bu demokratik tecrübeyi bir yana bırakıp nebevi metoda yönelmeleri kaçınılmaz olmuştur.

1923’te ümmetin siyasi tarihinde meydana gelen kırılmayla baş gösteren devasa sorunlar daha fazla ertelenemez. Bu sorunların çözümü için Kitap-Sünnet’ten başka adres yoktur. Kitap ve Sünnet kendini egemen konuma taşımanın yolunu da göstermiştir.

Bu bağlamda ciddi bir birikim ortaya koymuş, halkın bağrında müstesna bir yer edinmiş ve belli bir mesafe almış olan Hizb-ut Tahrir siyasi hareketine katkı sağlamakla işe başlanabilir ya da en azından tecrübesinden istifade edilebilir.


[1] Milli Gazete/19 Tem 2019

[2] Gazeteciler Haber Sitesi / 19.01.2020