Başkan da Çıplaksa Ne Olacak?
15 Mayıs 2017

Başkan da Çıplaksa Ne Olacak?

“Eski zamanlarda bir kral varmış…” diye başlayan “Kral Çıplak” masalı hemen hemen hepimizin aşina olduğu bir hikâyedir. Eminim sizler de masalın mesajını birçok farklı uyarlamadan hatırlayacaksınız. Bu uyarlamanın benzerlerinden tek farkı “Kral” ve “Çıplak” sözcüklerine yükleyeceğimiz manalar olacak.

Masalın yazarı Andersen, yaşadığı çağın yönetim şeklini bu iki sözcük ile hicvetmektedir. Bu sebeple masalın başlığını oluşturan iki sözcük iki açıdan önem arz etmekte…

Birincisi: Krallık sisteminde kral, halktan hiç bir kimsenin sahip olmadığı özel haklara ve imtiyazlara sahiptir. Yani krallık sisteminde kral dokunulmaz ve kanunlar üstü bir konumda görüldüğünden muhasebe edilemeyen, kutsallaştırılan, sonsuz bir itaat mekanizması ile insanlara hükmedebilen siyasi bir varlıktır.

Andersen, masalındaki kralın “egemenliğin” kaynağı olduğu için ülkesine ve halkına dilediği gibi davrandığını, heva ve hevesine göre tasarrufta bulunduğunu anlatmaktadır. Onu, halkının istikbalinden ziyade kendi istikbalini düşünmekle suçlamaktadır.

İkincisi: “Çıplak” sözcüğü ile toplumun kendisini koruyacak elbisesinin (kalkanının) olmadığından dışarıdan ve içeriden gelen/gelecek her saldırıya açık olduğunu anlatmaktadır. İnsanların mal ve can güvenliklerini korumakta yetersiz olunduğunu, insanların güven altında olmadığını, yalancıları, dalkavukları ve menfaatçileri “çıplak” sözcüğü ile betimlemektedir.

Bir başka ifadeyle sömürgeci güçlerin içeriden ve dışarıdan hile ve desiseler ile yöneticileri ve halkı kolayca kandırdıklarını, sömürgecilerin fikirlerine kral ve yönetimin inandığını bu sayede kaynaklarının sömürüldüğünü ve değerlerinin kolayca tahrip edildiğini, emanın yitirildiğini, emniyetlerinin kalmadığını söylemektedir.

Bu masumane masaldaki mesaj aslında her halkın yöneticisine veya yönetim şekline ilettiği doğal bir mesajdır. “Bizi heva ve hevesine göre yönetme! Emniyetimizi unutma! Sakın bizi aldatma ve başkasına aldanma!”

“Kral” ve “çıplak” sözcükleri, yöneten-yönetilen ilişkileri açısından oldukça önem arz etmektedir. Özellikle tedricilik anlayışını siyasi metot olarak kabul eden kitlelerin üzerinde durması gereken bir husustur. Bizlere, İslâm’ın yönetim nizamına bakışındaki şu üç esasın mütalaasının yapılması gerektiğini hatırlatmaktadır: Hükmün sadece Allah’a ait olması, devletin halkına karşı eman yetkinliğine sahip olması, yöneticinin ve âlimlerin asla takiyye yapmaması.

Özellikle ilm-i siyasetle uğraşanlar bu ilkeleri, mutlaka kitle kültürlerine esas olarak eklemeleri gerekmektedir. Yoksa Andersen’in masalındaki “Çıplak Kral” ile **“Demokratik Başkan”**ın benzerliklerinin farkında olamazlar.

Söz konusu yönetim nizamları, esaslarındaki eksikliklerinden dolayı ikisi de egemenliği Allah’tan alıp insana vermektedir. İkisi de tebaasına eman sağlayacak giysiden mahrumdur. İkisi de çıplaktır. İkisi de kandırılmaya müsaittir. İkisi de batıldır. İkisi de hayat sahasından yok olup gitmeye mahkûmdur.

Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in işaret ettiği gibi; “Isırıcı meliklikler” yok olup gitti. Bu yok oluşun ardından Müslümanlar, oluşan siyasi boşluğu İslâm’ın siyasi liderliği ile dolduramadıkları için “Zorba diktatörlükler” eliyle büyük bir yıkımla karşı karşıya kaldılar.

Muhakkak ki aldanan-aldatan Başkanlık da yok olup gidecektir. O vakit, bu sistemin de çıplak olduğunu, halkını sömürgeci kâfir devletlerden koruyamayacak olduğunu anlatacak âlimlerin ve kitlelerin sayılarının artırılması gerekmektedir. İnsanları İslâm’ın siyasi liderliğinin etrafında toplanması gerekmektedir. “Çıplak Başkanlık istemiyoruz!” “İslâm’dan başka çözüm istemiyoruz!” daha da ileri giderek “Arzu ettiğimiz şey kalkanımızın, Hilâfet’in geri dönmesidir!” fikrini, Müslümanlara acilen kazandırmalıdırlar.

Sömürgeci kâfir devletler tarafından vücudumuza dikildiği “söyletilen” elbisenin, Müslümanların vücutlarını (dinlerini ve maslahatlarını) korumayacağını, vücutları çıplak kalacağından şiddetli darbelere maruz kalacaklarını Türkiye’nin bütün sokaklarında anlatmamız, bugünün salih amelidir. Aksi takdirde Türkiye’deki Müslümanların tekrar İslâmî bir hayatı başlatacak sahih çalışmayı başlatmaya ve sürdürmeye takatleri kalmayacaktır.

Eğer Müslümanlara parlamenter sistemin çıplak olduğu gibi başkalık sisteminin de esastan çıplak olduğunu anlatamazsak, yalancı terziler, Müslümanların üzerine sadece aptalların, ahmakların, dalkavukların, menfaat peşinde koşanların görebileceği bir elbise daha dikecekler.

İşte o zaman Allah’ın Müslümanların üzerine takdir ettiği, onları koruyan ve onlar için mücadele eden elbiseleri, Müslümanların nefislerinden ve zihinlerinden bir yüzyıl daha munfasıl hâle gelecektir. Böylece sömürgeci terziler tarafından “dikildiği söylenen” elbisenin Müslümanların şahsiyetlerine tesiri daha kuvvetli olacaktır.

Kötü olan ise Müslümanlar vücutlarında elbise olmadığını fark ettiklerinde, zillete duçar olunmuş, hor ve hakir bir yaşantı benimsenmiş, her türlü haram ve aşağılanmanın kucağına düşülmüş, sömürgecilerin kulu-kölesi hâline gelinmiş yani olan olmuş, başa gelen gelmiş olacaktır. Oluşan siyasi boşluğu da yine kâfir sömürgeci devletler dolduracaktır.

Onun için; “Başkan da çıplaksa ne olacak?” sorusunun cevabını bulmak zorundayız ki aynı delikten ikinci defa ısırılmayalım!

يَوْمَ يُكْشَفُ عَن سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ

“O gün işin dehşetinden baldırlar açılır; secdeye çağrılırlar ama bunu yapamazlar. Gözleri dönmüş olarak yüzlerini zillet bürür. Oysa kendileri sapasağlam oldukları zaman da secdeye çağrılmışlardı.”[1]


[1] Kalem Sûresi 42-43