Adı Beyaz Ama Fiiliyatta Kara Saraylardan Hayır Gelmez
17 Mayıs 2017

Adı Beyaz Ama Fiiliyatta Kara Saraylardan Hayır Gelmez

Haftalardır Türk ve yabancı medyada sık bir şekilde konu edilen Erdoğan-Trump görüşmesi gerçekleşti. Bu görüşmeye atfedilen önem, ABD’nin Türkiye’nin “müttefiki” hatta “stratejik ortağı” olmasına rağmen Türk hükümetinin, isteklerine ve kamuoyuna yönelik olarak bahsettiği kırmızıçizgilerin bizzat ABD tarafından çiğnenmesinin ardından gerçekleşmesiydi. Öyle ki nerdeyse bütün yazar ve analistler, ABD’nin Suriye özelinde Türkiye’nin hassasiyetlerini kale almayacağını ve hatta Erdoğan’a, Merkel’e yaptığı gibi kaba davranıp tabiri caizse karizmasını çizdireceğinden korkuyordu. Hatta bu endişeden dolayı Erdoğan’a, Trump ile görüşmeyi iptal etmesini dahi tavsiye edenler oldu.

Aslında meseleye doğru bakılmadığı ya da kamuoyunu yanlış yönlendirmek için bilinçli bir şekilde algılar yönlendirildi. Gerçek şu ki ABD ideolojik bir devlettir. Gelinen zaman diliminde rakibi olmayan bir güce ulaşmış ve dünyaya gücü oranında emperyalist anlayışı ile yön vermektedir. Dolayısı ile ABD’nin başkanı ya da hükümetinin değişmesi ile sömürgeci anlayışı değişmez. Türkiye ise ideolojik olmayıp, ABD’nin yörüngesinde hareket eden uydu devlet konumundadır. Herkesçe bilinen gerçek şudur: dünyaya bakışları arasında bir fark olmaksızın, ABD’deki Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasında sadece üslup farkı vardır ki Cumhuriyetçiler daha sert ve kaba üsluplara sahiptir. Dolayısı ile ABD’nin yöneticilerinin değişimi ile Türkiye ile arasındaki ideolojik devlet-uydu devlet ilişkisi değişmemektedir.

Görüşme öncesi böylesi bir algının olması dahi Türkiye’nin (devlet bazında) ABD karşısında ne kadar aciz konumda olduğunun bir görüntüsü idi. Ancak, Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı, CB Sözcüsü ve Adalet Bakanı’nın içinde bulunduğu heyet, bir hafta öncesinden ABD’ye gidip zemin oluşturup genel görüşmelerde bulundular. Bu görüşmelerde Türkiye’nin hassasiyetleri konusunda olumlu bir kazanımın elde edilmediği ancak, kısa bir nezaket görüşmesinin olumlu bir atmosferde gerçekleştirilmesinin zemini yapılmıştı. Malum baş başa yirmi dakikalık görüşme oldu ve bu sürenin tamamında konuşulsa bile yarısı tercüme ile geçeceğinden on dakikalık karşılıklı konuşmada kişi başına beş dakika düşmektedir ki bu süre içinde hangi mesele görüşülebilir?

Buna rağmen heyetin daha önce yaptığı görüşmelerde ve kısa süren kapalı kapının arkasında ne konuşuldu bilmiyoruz. Görüşmenin detayları önümüzdeki süreçte daha da netleşecektir. Sözüm ona yazar ve analistlerin, Trump’ın Erdoğan’a el kol hareketinden duyduğu memnuniyeti bir tarafa bırakırsak, basına yapılan açıklamalara bakıldığında genel olarak şu hususlar öne çıkmaktadır:

1- Trump, çok kısa konuştu ve konuşmasında Erdoğan’ın, koymasını istediği noktayı koymadığı anlaşılmaktadır. Trump, Soğuk savaş sürecinde Türkiye’nin Sovyet Rusya’nın komünist ideolojisine karşı kalkanlık rolünden ve ABD ile birlikte Kore’ye karşı yaptığı savaşından bahsederek kendisince Türkiye’yi taltif etti. Ancak bu iki hususu ifade etmesi ile Türkiye’nin ABD karşısındaki “tabi olma” rolünü vurgulandığı aşikardır.

2- Trump, PYD/YPG’ye değinmeden PKK ve DAEŞ ile mücadelede Türkiye’ye yardım ettiklerini ifade etti. Böylece Trump, Türkiye’nin PYD/YPG konusundaki isteklerine önem vermediğini, Suriye’de PYD/YPG’ye yardım etmeye devam edip onlar ile hareket etmeye devam edeceğini teyit etmiş oldu.

3- Son olarak Trump, Türkiye’nin ABD’den isteyip de şimdiye kadar alamadığı silahları vereceğini söyledi. Aslında bu açıklama kamuoyuna, ziyaret ile Türkiye heyetinin ABD’den aldığı tek olumlu karşılık olarak sunulabilir. Fakat meseleye geniş açıdan bakıldığında ABD, bu şekilde hem PYD’ye hem de Türkiye’ye silah vermekle emperyalist anlayışını bir kez daha sergilemiş oldu. Yani bu durumda bile ABD iyilik etmiş değil, aksine birbirine düşman iki tarafa silah vermekle kendisi kazanmış, silah verdikleri ise kaybetmiştir.

4- Erdoğan ise daha uzun bir açıklama yaptı. Yapılan görüşmede iki ülke arasındaki süregelen stratejik ortaklığa dayanan Türkiye-ABD ilişkilerini ele aldığını ifade etti. DEAŞ başta olmak üzere bölgedeki tüm terör örgütlerine karşı müşterek bir dayanışma ortaya koyduklarını, ABD ile ortak geleceklerini tehdit eden terör örgütlerine karşı ayrım yapmadan mücadele etmekte kararlı olduklarını vb. genel açıklamalarda bulundu. Bunun dışında, ABD ve Başkanı’na övgüde bulunarak ve özellikle YPG’nin hiçbir ülke tarafından muhatap alınmaması gerektiği, ona karşı mücadelede bulunulması gerektiği gibi birtakım temennilerini ifade etti. Ancak bütün dünya görmektedir ki en büyük terörü ABD yapmaktadır. Özellikle İslam beldelerini kan gölüne çeviren, zenginliklerini çalan böylesi bir devlet ile müttefik olunur mu? Müslümanların petrollerini kanlarından daha değerli gören bir devlet ile stratejik ortaklık kurulur mu? Bunca zulmü icra eden, küfürde Firavun ve Nemrutları geride bırakan birine “dostum” denir mi? Birileri bu duruma “reel politika” diyebilir. Ama bir Müslüman, her türlü tavizi verme, zilleti kabullenme anlamındaki “reel politika” penceresinden değil, inandığı Rabbinin kendisi için indirdiği İslam penceresinden bakar.

5- Erdoğan, açıklamasında “bölgemizin içinden geçtiği durum nedeniyle iş birliği büyük bir önem kazanmıştır. Esasen ABD ile BM, NATO ve G-20 gibi kilit kuruluşlarıyla yakın işbirliği içindeyiz.” dedi. BM, NATO ve G-20 gibi kuruluşların bugüne kadar Müslümanlara ya da insanlığa ne gibi faydaları oldu da onlar ile işbirliği yapılıyor? Bu kuruluşların, ABD’nin hegemonyasını kurmak ve devam ettirmek için kurulduğunu bilmeyen var mı?

6- Erdoğan, “Suriye, Irak, Yemen ve Libya'daki kaosu fırsata çevirmek isteyenler eninde sonunda kaybedecektir. İki müttefikin dayanışması eli kanlı şebekeleri bertaraf etmek için kâfidir.” dedi. Gerçekten bu beldelerde asıl kaosu kimin oluşturduğu bilinmiyor mu? Yine Erdoğan, “Sayın Trump'ın seçim zaferi Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede yeni beklentilerin doğmasına, umutların filizlenmesine yol açmıştır. Biz yeni ABD yönetiminin bu umutları boşa çıkarmayacağına inanıyoruz. Bilhassa Suriye rejiminin son kimyasal saldırısı sonrası takınılan kararlı tutumu oldukça yerinde buluyoruz.” diyerek, insana “bu kadar da olmaz” dedirtiyor. Çünkü herkes biliyordu ki Erdoğan, Cumhuriyetçi Trump’ın değil Demokrat Clinton’ın kazanmasını istiyordu. Velev ki öyle olmazsa bile Trump’tan ve sömürgeci zihniyetinden nasıl bir umut beklenir? Ortadoğu’da milyonlarca, Suriye’de yüz binlerce Müslüman’ı katleden ve katlettiren ABD iken, Trump ve yönetimi nasıl umut olacaktır? Sırf kimyasal silah kullanımına karşı çıktı diye bin bir türlü silah ile bebek, çocuk, kadın, erkek demeden Müslümanları katletmesi normal mi karşılanır?

Sonuç olarak, şekil ve içerik itibari ile görüşme olağan bir seyir içinde gerçekleşti. Olağan olan husus şudur: ABD ideolojik ve küstah bir devlet, Türkiye onun uydusu olan bir devlettir. Bununla birlikte şuanki Türkiye’nin yönetimi zaten ABD’nin dünya görüşünü ve siyasetini izleyen bir yönetimdir. Dolayısı ile kamuoyuna bu ilişki, iki “müttefik” devlet görüşmesi şeklinde sunulsa da gerek başta ifade ettiğim hususlar ve gerek görüşme sonucu yapılan yorumlardan böyle olmadığı anlaşılmaktadır.

Biz Müslümanların bu zillet tablosunu kabullenmesi mümkün değildir. Şunu biliyoruz ki adları “ak”, “beyaz” saraylar olsa da bu sarayların fiiliyatları karadır, zulumattır. Küfür üzerine bina edilmiş ideolojiler, sistemler, yönetimler umut olamazlar. Adalet onlardan uzaktır. Onlar, kendi bekaları için yakıp yıkmaktan, öldürmekten ve ifsat etmekten geri durmazlar. Onlar, Müslümanların düşmanıdırlar, içlerinde sakladıkları kinleri daha büyüktür. Onlardan dost olmaz. Onlar, ancak kişileri kullanır, işleri bitince atarlar. Onlar yalancıdır, ikiyüzlüdürler. Onlara güvenen liderlerin sonu lağım çukurları oldu, boyunlarına ipler geçirildi. Onların yanında izzet yoktur ancak zillet bulunur. Bütün bunları bilmek için önce Rabbimizin kitabına, sonra da onların tarihlerine bakmak yeterlidir.