Yıkılışından Bugüne Türkiye’de Hilâfet / 1. Bölüm: Hilâfet Nasıl Yıkıldı?
26 Şubat 2021

Yıkılışından Bugüne Türkiye’de Hilâfet / 1. Bölüm: Hilâfet Nasıl Yıkıldı?

Köklü Değişim Medya


Yılmaz Çelik / Köklü Değişim Medya

Hilâfetin ilgasının üzerinden hicrî takvime göre tam bir asır geçti. Bir zamanlar dünya siyasetine yön veren, dünyaya liderlik eden, dinleriyle izzetli devletleri ile güçlü olan Müslümanlar 3 Mart 1924’te Hilâfetin kaldırılmasıyla dünyanın gidişatından geri kaldılar. Beldeleri işgal edildi, zenginlikleri talan edildi, toprakları sömürgeci kafirler için çatışma sahası haline geldi. Rotalarını kaybettiler. Kendilerine yeni bir rota çizmekte zorlandılar. Artık dizginler sömürgeci güçlerin eline geçti. Bu güçler tarafından terbiye edilmeye başlandılar. Batılıların hayat nizamları İslâmî topraklarda egemen haline geldi. Ümmet Batı kültürü ile kültürlendi. Kısacası Hilâfetin kaybı ümmet üzerinde büyük bir tahribat meydana getirdi.

Biz bu dosyada 1300 senelik Müslümanların yegâne yönetim nizamı olan Hilâfetin ilgasının arka planını ele aldık. Çok fazla ayrıntıya girmeden Hilâfetin yıkılışının tarihi serüvenini irdelemeye çalıştık.

Hilâfet Nasıl Yıkıldı?

10 Ocak 1924 tarihinde İngiltere Kralı V. George, Avam Kamarası’na yaptığı açılış konuşmasında, Lozan’ı ilgilendiren bir kanun tasarısının derhal görüşülmek üzere Parlamentonun gündemine geleceğini belirttikten sonra şu çarpıcı cümleyi sarf eder:

“Bu tasarı kabul edilir edilmez Lozan Antlaşması onaylanmış olacak ve “Yeni Bir Çağ Açılacaktır.” (1)

Hilâfeti yıkmak için uzun seneler uğraş veren İngiltere, Kral V. George, Lozan’ın kabul edilmesiyle İngiltere için “yeni bir çağ veya dönem” açılacağını söylerken ne demek istiyordu? Bu, Halifeden kurtuluşun bir tür müjdesi olarak yorumlanabilir mi? Ancak İngilizlerin, Lozan’ı onaylamak için Hilâfetin kaldırılmasını bekledikleri ve Hilafetsiz bir dünyanın kendileri için “yeni bir çağ”ın açılması anlamına geleceğini düşündükleri açıktır.

Bu konuda “Hilâfetin kaldırılmasını İngilizler mi istemişti?” isimli makalesinde tarihçi Mustafa Armağan şu dikkat çekici ifadeleri kullanmıştır:

“Ancak dış dinamiğin ihmal edilmemesi ve bu nedenle konunun daha geniş bir temele oturtulması gerektiğini düşünüyorum. Bence Hilâfetin kaldırılması ve laikliğe gidiş, daha Lozan’da dayatılmış, Türkiye’nin kurulmasına bu şartla izin verilmişti. Bunun, Antlaşmaya ayrı bir madde halinde konulmamakla birlikte Osmanlı Devleti’nin eski Müslümanlar üzerindeki Hilâfetten gelen ayrıcalık ve haklarının geri dönülmezcesine işgalcilere bırakıldığının açıklanması, Hilâfetin bu yeni dönemde gündemde olmayacağının ipucuydu.”

Takiyyuddin En-Nebhani İslamî Devlet isimli kitabında Hilâfetin yıkılış sürecini şu şekilde anlatır:

“Birinci Dünya savaşı başlar başlamaz, Batılılar diğer İslam beldelerine hâkim olup, İslam Devleti’ni yok ederek onu ortadan tamamen kaldırmak için İslam dünyasına saldırıyı başlatmak maksadıyla fırsatı uygun gördü. Osmanlı Devleti kendi mağlubiyeti ve müttefiklerin zaferiyle sonuçlanan Birinci Dünya Savaşına girdi*. Batılılar, İslam dünyasına ait bütün beldeleri aralarında taksim ettiler. Ellerinde “Türkiye” adını alan Türk beldeleri dışında başka bir belde onların elleri dışında kalmadı. Fakat orası da Birinci Dünya Savaşından sonra 1918 senesinden 1921’e kadar onların tahakkümü altında kaldı. “Türkiye” 1921’de küfür devletlerine İslam Devleti’ni yok etmek için teminat verdikten sonra istikbalini alabildi.”***


(Dönemin İngiltere Başbakanı Winston Churchill ve İsmet İnönü)

Hilâfetin Yıkılışının Arka Planı

1921 senesi Türkiye açısından tarihi bir dönüm noktası olmuştur. 1921 yılında Yunanlılar, şiddetli bir savaşın ardından geri çekilmiş, düşman karşısında önemli bir ilerleme kaydedilmiştir. Bu olay ise İslâm Devleti tarihinde sıradan bir olay olmamış, bilakis Hilâfetin yıkılmasında en büyük rolü oynayan bir adamı, Mustafa Kemal’i öne çıkarmıştır.

1921 yılında Yunanlılar İzmir’i ve Türkiye’nin bazı kıyılarını işgal etmişlerdi. Mustafa Kemal 1921’de İsmet İnönü’yü Müttefik Kuvvetlerin başkomutanı İngiliz General Harington’la geniş bir anlaşma yapmak için gönderdi. Nitekim 24 Mart 1940 tarihinde, Harington’un ölümünden iki gün sonra Londra Times Gazetesi onunla ilgili bir makale yayınlandı. Bu makalede şöyle deniyordu**: “1921’de Yunanlılar Türklere yönelince Müttefik Devletler Kuvvetler Komutanı Sir Harington’a, Mustafa Kemal ile yardımlaşmak için geniş yetkiler verildi.”** Yine makalede şu ifadeler yer alıyordu: “Harington’ın siyasi turu, istediği husus hakkındaki iradesini ve planını gizliyordu. Zira o hakikaten böyle işlere layık bir kimseydi.”

Bu anlaşma sonrasında İtilaf Devletleri Yunanlıların Teris şehrinden kovulmasına razı oldular ve kendileri de İstanbul ve Türk topraklarından çıkacaklarına dair söz verdiler. Mustafa Kemal’in nutuklarının incelenmesinden açığa çıkıyor ki; İtilaf Devletlerinin bu tutumu Mustafa Kemal’in Hilâfeti ortadan kaldırması karşılığında idi.

Mustafa Kemal’le yardımlaşma için verilen bu geniş yetkiyle durumu tasfiye ve Hilâfete son öldürücü darbeyi vurma aşaması başlamış oluyordu.

Millet Meclisinde Türkiye’nin durumu hakkında yapmış olduğu konuşmada Mustafa Kemal bu durumu şu şekilde izah ediyor:

“İslam devletlerinden oluşan bir birliğe inanmıyorum. Hatta Osmanlı halklarından oluşan bir birliğe de inanmıyorum. Bizden olan herkes istediği fikre inanabilir. Fakat hükümetin bir tek hedef ve belirlenmiş birtakım gerçeklere dayalı ve çizilmiş değişmeyen bir siyasete bağlanması gerekir. Onun hedefi, vatanın hayatını ve belli coğrafi sınırlar içerisinde istiklalini korumaktır. Duygular ve evham bizim siyasetimizi etkilememeli. Rüyalar ve hayali şeyler yok olsun. Çünkü bunlar geçmişte bize çok pahalıya mal oldu.”

“Hilâfet Nasıl Yıkıldı” isimli kitabında Abdulkadim Zellum Hilâfetin yıkılmasıyla ilgili şu tespitlerde bulunuyor:

“İngilizler Hilâfeti nihaî olarak yıkabilmek için kurnazlıkla çok kötü ve iğrenç bir oyun oynamışlardır. İngiliz Generali Harington, Türkiye’yi işgal eden Müttefik Kuvvetleri’nin başkomutanıydı. İstanbul ve Türkiye’nin her tarafına o hükmediyordu. Türkiye diğer bütün İslâm beldelerinden ayrılmıştı. İngilizler düşündüklerini kolayca yapabiliyorlardı; bunun için hareketlerinin gayesi, Hilâfeti yıkmak ve müttefiki olan Fransız, İtalyan ve Yunanları Türkiye’den uzaklaştırmaktı. Hilâfeti yıkmak ve müttefikleri uzaklaştırmanın kolay olmadığını anlayınca kendi manevralarına başladılar.

İngiltere bu hususta şeytani, kurnaz ve iğrenç bir şekilde hareket ediyordu. Müttefikleri Türkiye’den çıkarmak için İngiliz Hükûmeti siyasi, diplomatik, devletlerarası ve askerî manevralara girişiyor ve mahallî çatışmalar meydana getiriyordu. Bunları Hilâfeti yıkmak için bir vesile olarak kullandılar.

İngiliz Hükûmeti, Hilâfeti yıkma operasyonunu bizzat devletlerarası manevralar ve siyasi oyunlara ilaveten İngiliz generalleri Harington ve Wilson vasıtasıyla Türkiye’de teşebbüslere geçerek yürütüyorlardı. Mustafa Kemal, onlar hesabına bu iğrenç oyunu oynayan şahıstı. Eğer Mustafa Kemal olmasaydı İngilizlerin komploları tam bir başarısızlıkla sona ererdi.”

Mustafa Kemal Yunanlılarla girmiş olduğu bu savaştan zaferle çıktıktan sonra Ankara’ya dönmüş, “Büyük Millet Meclisi” kendisini onurlandırıp “Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı vermiş, halk nezdinde şöhret kazanmıştır. Afganistan, Hindistan, Mısır ve diğer çeşitli İslam topraklarından hayranlık ve teşrif telgrafları yağmıştır. Bu onurlandırmadan sonra, “Büyük Millet Meclisi” kendisini hükümetin meşru başkanı seçtirmiştir. Ardından 1922 yılında Mustafa Kemal, bağımsızlık için İngilizler ile müzakere etmek üzere İsmet İnönü’yü İngiltere’ye göndermiştir. O zaman ki İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Kasım 1922 tarihinde yapılan barış konferansı sırasında, Türkiye’ye bağımsızlık verilmesi yönündeki taleplerine karşılık İsmet İnönü’ye şöyle demiştir*: “Sizi bağımsız olarak tanımamız mümkün değil. Şark Meselesi geri döner.”* Mustafa Kemal’in İngilizlerin endişelerini giderecek taahhütlerde bulunmaktan başka çaresi yoktu. Bunun üzerine bu endişelerin giderileceğinin teminatı olarak koştukları şartlara muvafakat edeceğini bildirdi. Nitekim 1923 yılında yapılan toplantıda İngiliz diplomat Curzon’un ağzından kendisine dört şart koşulmuştur. Daha sonra bu şartlar “Curzon Şartları” olarak tanınmıştır. Bu şartlar:

1-Hilâfet tam manasıyla ilga edilecek.

2-Halife hudut dışına sürülecek.

3-Mallarına el konulacak.

4-İslam şeriatının yerine beşerî kanunların getirilmesi ve Türkiye için İslami kaidelere dayalı Osmanlı anayasasının yerine laik ve sivil bir anayasanın konulması

Konferansın neticeye varabilmesi bu dört şarta bağlandı. Fakat Mustafa Kemal kamuoyunun ve Millî Meclis’in çoğunlukla aleyhinde olduğunu anlayınca bu güç durumdan nasıl çıkacağını düşündü. Bu durum Lozan Konferansı’nın yeniden başlamasına imkân vermiyordu. Zira bu hava içinde İngiliz Hariciye Vekili Curzon’un konferanstan bir netice alabilmesi için yapılmasını şart koştuğu dört maddenin uygulanması mümkün görünmüyordu. Bu şartların uygulanmasına imkân verecek bir tedbir alması gerekiyordu ve bunları uygulayabilmek, cumhuriyeti tesis etmek, cumhurbaşkanını seçtirebilmek ve Hilâfetin tam olarak ilgasını sağlamak için Millî Meclis’ten karar alması gerekiyordu. Millî Meclis’in çoğunluğu, aleyhine olunca projelerini tatbik etmesi ve onları harekete geçirmesi beklenemezdi. Bunun için Meclisi feshedip yeni seçimler yaparak kendi adamlarından bir meclis teşkil etmeyi düşündü. Böylece maksatlarını elde edecek ve istediği kararları aldıracaktı.


(Mustafa Kemal, İngiltere Kralı VIII. Edward'ı Dolmabahçe Sarayı Rıhtımı'nda karşılarken. (4 Eylül 1936)

“Hilafet Nasıl Yıkıldı” isimli kitabında Abdulkadim Zellum bu süreç hakkında şunları söylüyor:

“Bunun için çoğunluğu tarafına çekebilmek umuduyla meclisi feshedip yeni seçimlerle ilgili işleri yapmaya koyuldu. Fakat seçimler sonunda gelen bu Meclis, eskisini tasvip eden bir şekildeydi. Bunun üzerine çıkmaza sokmak için Meclise karşı bir oyun yapmak istedi. Maksadı, Meclisi işleri idare edemez bir hâle sokmaktı. Siyasi bir kriz meydana getirip bundan istifade etmek için siyasi komploya girişti. Bakanları Çankaya’daki evine akşam yemeğine davet etti. Bu davette siyasi durum bütün cephesiyle tartışıldı. En sonunda Mustafa Kemal’in teklifi üzerine ertesi gün vazifelerinden önce istifa etmeye, sonra da istifalarını geri almaya karar verdiler. Maksatları, meclisi güç duruma sokarak eski durumlarını tekrar elde etmekti. Ertesi gün, gece kararlaştırdıkları gibi bütün bakanlar hep birden istifa ettiler.

Meclis yeni bir hükûmet teşkil etmek için toplandıysa da muvaffak olamadı. Mebuslar arasında mücadele ve münakaşa arttı. Her biri kendi fikrini kabul edip ona göre hareket edilmesini istiyordu. Durum tam bir kargaşa arz ediyordu.

İki gün sonra Mustafa Kemal, bazı yakın arkadaşları için başka bir akşam yemeği verdi. İsmet, Fethi, Kemaleddin beyler bunlar arasındaydı. Meclisin bir hükûmet kuramayacak derecede güç durumda kaldığı meselesi konuşuldu ve durum gözden geçirildi. En sonunda Mustafa Kemal şöyle bir hitabede bulundu:

“Bu başıbozukluğa son vermenin zamanı geldi. Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz. Bütün bu sorunlardan kurtuluş yolu budur. Fethi, yarın mecliste işleri çıkmaza sokup, azaları elinden geldiği kadar birbirine düşürmek senin vazifen.” Bu sırada Kemaleddin’e; “Sen de meclisi bu güç durumdan kurtarmak için benim işi ele almamı teklif edeceksin.” dedi.

Ertesi gün toplantı başladı. Herkes kararlaştırdığı gibi hareket etmeye başladı. Toplantı başlayınca büyük bir gürültü koptu. Mebuslar birbirleriyle vuruşup gırtlak gırtlağa sarılıyorlardı. Bu şiddetli mücadele esnasında hükûmet kurulması için Kemaleddin Bey, Mustafa Kemal’in çağrılmasını teklif etti. Mebuslar, aralarındaki gerginliği unutarak bunu kabul ettiler. Yalnız Mustafa Kemal ilk daveti kabul etmedi. Bunun üzerine Meclisin hükûmet krizini çözmekten aciz kaldığını ilan eden bir mektup yazıp onun yardımını istediler. O da hükûmetin kurabilmesi için meclisin, isteklerini olduğu gibi kabul etmesini şart koştu. Onlar da kabul ettiler.”

29 Ekim 1923’te meclis mühim bir toplantı yaptı. Mustafa Kemal, kürsüye gelerek bir hitapta bulundu. Bu hitabında Türkiye’nin cumhuriyet olmasını ilan etti ve şöyle dedi:

“Siz, durumu bu tehlikeli vaziyetten kurtarmam için beni istediniz. Lakin bu durumu siz meydana getirdiniz. İçinde bulunduğumuz krizin kaynağı geçici değil, aksine hükûmet nizamımızın esasındaki bir hatadan meydana geliyor. Meclis hem yasama hem de yürütme kuvvetini elinde tutuyor. İçinizden her mebusun hükûmete ait bir kararın çıkışına iştiraki gerekiyor. Devletin her türlü işine ve bir bakanın kararına parmağını sokuyor. Efendiler! Bu gibi durumlarda hiçbir bakan vazifeyi ve onun mesuliyetini kabul etmez. Anlamanız gerekir ki böyle esaslar üzerine bir hükûmet değil, curcuna olur. Bu düzeni değişmeniz gerekiyor. Bunun için de Türkiye’nin seçimle iş başına gelen bir cumhurbaşkanının idaresi altında cumhuriyet olmasına karar veriyorum.”

Mecliste oylama yapılınca mebusların %40’ı iştirak etmedi. Fakat daha önce Türkiye’nin cumhuriyet olması kararlaştırılmıştı. Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi. Hilâfeti ilga edip devletin laikliğini ilan etmek için çalışmalara başladı. Bundan sonra meclisin duygularını körüklemeye başladı. Hatip mebuslar, din adamları ve karşıt görüş liderleri Hilâfete karşı şiddetle hücuma geçtiler. Bundan sonra cumhuriyeti korumak için azledilen Sultan lehine her hareketi ihanet kabul eden bir kanun çıkardılar ve bu kanuna karşı gelenlere de ölüm cezası verilecekti.

Bazı mebuslar, diplomasi cihetinden Türkiye’de Halifeliğin faydalı olduğunu söyleyince Mustafa Kemal’in taraftarları gürültü ve yüksek sesle onları susturmaya çaba sarf ediyorlardı. Bunun üzerine Mustafa Kemal şöyle bir hitapta bulundu:

“Türk köylüleri beş asır boyunca Hilâfet, İslâm ve din adamları için çarpışıp ölmediler mi? Türkiye’nin, Hintlerin ve Arapların menfaatlerini unutup, kendisini İslâm devletlerinin liderliğinden kurtararak kendi menfaatleriyle meşgul olma zamanı artık gelmiştir.”

Bazı mebuslar Mustafa Kemal’in Hilafeti kaldırmak isteğine şiddetli bir muhalefet ortaya koysalar da Mustafa Kemal bu muhalifleri tehdit yoluyla susturmuştur. Meclis 1924 senesinin Mart ayının başında toplandı. Açılış nutku Hilâfetin kaldırılmasının zarureti etrafında dönüyordu. Mustafa Kemal hemen bir itiraz fırtınasıyla karşılaştı.

Meclise Hilâfetin ilgasını isteyen bir teklif sundu. Arkasından Halife’yi kovup dini devlet işlerinden ayırdı. İnfial gösteren mebuslara karşı şu konuşmayı yaptı:

“Her ne pahasına olursa olsun, cumhuriyeti tehlikeden kurtarıp onu ilmî ve sağlam temeller üzerine kurmak gerekir. Halife ve diğer Osmanoğulları’nın gitmeleri de icap eder. Eski dini mahkemeler kaldırılıp yerlerine asrî kanunlara dayanan mahkemeler kurulmalı, dinî medreseler kaldırılıp yerlerine laik ve hükûmetin kontrolü altında mektepler kurulmalı.”

3 Mart 1924 sabahı Büyük Millet Meclisi’nin Hilâfetin ilgasına ve dinin devlet işlerinden ayrılmasına karar verdiği ilan edildi. Aynı gece Mustafa Kemal İstanbul Valisine “Yarın sabaha kadar Abdulmecid’in Türkiye’yi terk etmesi lazımdır.” emrini gönderdi. Gece yarısında, yanında muhafız polisler ve askerlerle beraber Halife’nin sarayına gidip İsviçre’ye doğru hududu geçmesi için bir otomobil kiralamaya zorladı. Halife’nin yanına bir bavul elbise, çamaşır ve bir miktar para verdi. İki günden sonra Mustafa Kemal bütün Osmanoğulları’nı toplayıp memleketin dışına çıkardı. Bütün dinî vazifeler ilga edildi. Müslümanların vakıfları devlet malı hâline getirildi. Dini medreseler sivil mektebe çevrildi ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın kontrolü altına girdi.

Böylece Mustafa Kemal, İngiliz Hariciye Vekili Curzon’un istediği dört şartı yerine getirdi. Sulh Konferansı’nın yapılmasına ve başarıyla neticelenmesine hiçbir mâni kalmadı. 8 Mart 1924’te Türkiye Hariciye Vekili ve Türk heyetinin başkanı İsmet İnönü, sulhun yapılması için mektup gönderdi. Müttefikler bunu kabul etti. 23 Nisan 1924 günü Lozan Konferansı tekrar çalışmalarına başladı. Konferansa katılanlar sulh şartlarında ittifaka vardılar. 24 Temmuz 1924’te Lozan barışı imzalandı. Yabancı devletler Türkiye’nin bağımsızlığını tanıdılar. İngilizler İstanbul’dan ve Boğazlardan çekildiler. Harington Türkiye’den ayrıldı. Bunu müteakip İngiliz mebuslarından biri Avam Kamarası’nda Türkiye’ye bağımsızlık verilmesinden dolayı Curzon’a hücum etti. O da şöyle cevap verdi:

“Türkiye’ye hakikaten son verilmiştir. Bundan sonra belini doğrultamaz. Zira biz onun manevî kuvvetini mahvettik. Bu kuvvet Hilâfet ve İslâm’dır.”

Dolayısıyla 1300 yıllık koca bir çınar olan Hilafet’i, İngilizler yerli işbirlikçileri eli ile Hicrî 28 Recep 1342 Milâdî 3 Mart 1924 tarihin de yıkmaya muktedir oldular.

-------------------------------------------------

1- As soon as this Bill has been passed, the Treaty will be ratified, and a new era will open. (CAB/23/46, s. 424)

2- http://www.mustafaarmagan.com.tr/genel/hilafetin-kaldirilmasini-ingilizler-mi-istemisti/

#YenidenHilafet