Medrese-i Yusufiye'den Mektup Var
24 Kasım 2017

Medrese-i Yusufiye'den Mektup Var

Köklü Değişim Medya

Köklü Değişim Medya

Davet taşımanın yolu zaman zaman Medrese-i Yusufiye’den geçer. Medrese-i Yusufiye’den dava erinin mektubunu sizlerle paylaşıyoruz.

“Biz Allah’a Söz Verdik!”

“Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet olmasın ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta bulunmasın. Şüphesiz ki bu Allah’a kolaydır.”(Hadid 22)

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:

“Dünya’da cehennem ehlinden olan bir insan kıyamet günü Cehenneme getirilir. Bir kez daldırılır ve çıkarılır. Ve o insana sorulur: Ey âdemoğlu! Sen dünya hayatında zengin bir hayat yaşadın, çok rahat, şaşalı ve debdebeli bir hayat yaşadın. Söyle, o dünya hayatından bir şey hatırlar mısın? Kişi diyecek ki: Hayır, vallahi ya Rabbi, bir şey hatırlamıyorum. Dünyada cennet ehlinden bir kişi de kıyamet günü cennete getirilir. Bir kez cennete daldırılır ve çıkarılır. Ve ona da sorulur: ey âdemoğlu! Sen dünya hayatında benim rızamı kazanmak için çok sıkıntılı bir hayatı yaşadın. (-Tabiri caizse- birçok musibetlere göğüs gerdin, belalara maruz kaldın) Sen söyle o sıkıntılı dünya hayatından bir şey hatırlar mısın? O da: hayır, vallahi ya Rabbi, bir şey hatırlamıyorum.”

Takvimler 13 Ağustos’u ve saat gecenin 1’ini gösterirken sizlerle duygularımı paylaşmak için bu satırları kaleme aldım. Şuan çok yoğun bir duygu atmosferi içerisindeyim. Cezaevinde çıt yok. Bir nefes dahi duyulmuyor. Sadece bir ben ve bir de Rabbim. Şuan Rabbimin üzerime sekinetini indirdiğini hücrelerime kadar hissediyorum. Kalmış olduğum 8 m2’lik bir oda bana sanki 8000 m2 bir yer gibi geldi. Rabbim üzerime sekinetini indirdikçe bu küçük oda genişledikçe genişledi. Sadece oda mı? Kalbim de genişledikçe genişledi. Kalpleri huzura erdiren ve genişleten Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

Dedim ya… bu yazıyı saatler gecenin 1’ini gösterirken kaleme aldım. Bu saatin ise bende büyük bir hatırası ve önemi var. Beni, cezaevine girdiğim ilk tarih olan 2003 yılına kadar götürdü. Eskişehir H Tipi Kapalı Cezaevinde kaldığım bir geceyi hatırlattı. Yine böyle bir akşam ve saatler gecenin 1’ini gösteriyordu. Yine yoğun bir duygu atmosferi içerisindeydim. Ben ve iki kardeşimle beraber kalıyorduk. Ve o gece Rabbimize bir söz vermiştik: “Ey Rabbimiz! Sen bu gece şahit ol ki, ölüm bize gelinceye kadar senin yardımınla bu kutlu daveti taşıyacağız. Sen ayaklarımızı sabit kıl ve bizi sadıklardan eyle!”

Şimdi ise gecenin bu saatinde Rabbimle olan ahdimi yenilemek için, oturduğum yerden kalktım ve yerde serili olan seccademin yanına gidip Rabbime hamd ederek beni sadıklardan eylemesi ve vermiş olduğum o sözde durmam için yine bir kez daha secdeye kapıldım. Bir yandan gözyaşlarım seccadeyi hafiften ıslatırken bir yandan da “Ey Rabbim, sen yine şahit ol ki, ölüm bana gelinceye kadar bu kutlu davet üzere ayaklarımı sabit kıl ve beni sadıklardan eyle”, diye duada bulundum.

Sevdiğim kerim bir kardeşimin devamlı vurguladığı gibi Allah ve Rasulü’ne sadakat ve sevgi ispat ister. İşte bu ispat her ortam için geçerlidir. Özellikle de böyle ortamlarda bu ispatın önemini daha bir net hissediyorsunuz. İşte bu ispat sıradan, basit ve değersiz bir şey değildir. Mademki Allah ve Rasulü’ne itaat ve sevgi ispat ister, bu sadece normal durumlarda geçerli değildir. Aksine zor anlarda bu ispatı göstermek gerekir.

Bizler biliyoruz ki, İslam davetini yüklenmek aynı zamanda sıkıntı, bela ve zorlukları beraberinde getirir. İşte bunlara göğüs gerebilen bir kişi ancak Rabbini razı edebilir. Aynen Şeyh Nebhani Rahimehullah’ın dediği gibi: “Güreşe kalktıkları zaman bazı adamları, vücutları iri, omuzları geniş görürsün. Omuzlarına hak bir dava yüklenildiğinde, omuzlarının çöktüğünü, savaş alanını terk ettiğini görürsün.”

Evet, kerim kardeşlerim, bu İslam davasını taşımanın bir kişinin cüssesinin büyüklüğü ile alakalı olmadığını görürsünüz. Aynen rivayetlerde geçtiği üzere Abdullah İbni Mesut gibi… Rüzgârın önünde sürüklediği zayıf cüsseli bir sahabenin, Kâbe’de müşriklerin kulaklarını çatlatırcasına Rahman Suresi’nin ayetlerini okuduğunu görürsünüz.

İşte bugün bizler de hak sözü söylediğimizden ve “Rabbimiz Allah’tır” dediğimiz için buradayız. Bizler şunu çok iyi biliyoruz ki, bizim hak sözü söylememiz ne Allah’ın takdir ettiği eceli yaklaştıracaktır ne de bize takdir edilen rızk kesilecektir. Rabbimizin bize takdir ettiğinden başkası bize asla ulaşmayacaktı. Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in İbni Abbas RadiyAllahu Anh’a söylediği şu hadiste olduğu gibi:

“Ey genç! İstersen sana birkaç kelime öğreteyim. Bil ki Allah sana bir nimet takdir etse ve seni bundan mahrum etmek için bütün insanlık bir araya gelse, asla buna engel olamazlar. Bil ki Allah sana değil mi ki, bir musibet takdir etse ve yine insanlık bir araya gelse bu musibete engel olamazlar. Artık yazılar kurudu, kalemler kaldırıldı.”

Ve Rabbimizin yüce kitabında buyurduğu gibi:

“De ki, ancak Allah’ın bizim hakkımızda yazdığı bize isabet edecekti. O halde müminler ancak Allah’a tevekkül etsinler.”

O halde burada bulunmamızın tek bir nedeni var. O da*; “insanın, hayatı ve kâinatı yaratan Rabbimizin takdir ettiğinden başkası değildir.”*

Bize düşen ise bu takdiri güzel bir şekilde tam bir teslimiyetle karşılamaktır.

Aynen Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisinde buyurduğu gibi:

“Allah’tan afiyet ve sağlık dileyiniz. Şayet bir musibetle karşılaştığınız zaman bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.”

Burada bize düşen bu sıkıntı, bela ve musibetler karşısında sabretmektir. Aynı zamanda imtihanların bir gereği olarak Rabbim kimin sadık kimin yalancı, kimin daha güzel amel işlediğini görmek ve denemek için bizi imtihana tabi tutmuştur. Bunu da yüce kitabında muhtelif ayetlerde zikretmiştir.

Dolayısıyla “sevgi ispat ister” demiştik. İşte şimdi bu ispatın tam zamanıdır. Bizler kolayda ve zorda bu kutlu İslam davetini taşımak için Allah’a söz verdik inşallah ölüm bize gelinceye kadar vermiş olduğumuz bu sözde sabit kalmayı Rabbim bize nasip etsin.

Aynen kerim bir büyüğümüzün beyan etmiş olduğu şu sözlerde olduğu gibi: “İslam davasını taşımak, aynen bir trende yolculuk eden insanların durumu gibidir. Tren durakta durduğu zaman (bu duraklardan birisi cezaevidir) ondan yolcular iner, ona yolcular biner. Yolcunun en hayırlı olanı ise son durakta inendir.”

Yani ölüm kendisine gelinceye kadar Rabbine vermiş olduğu sözde sabit kalabilendir. Rabbim, bizleri son durakta inen hayırlı yolculardan eylesin.

Ez-cümle; her ne olursa olsun, ister yardan ayrılık olsun, ister kalplerin meyvesi olan evlatlardan ayrılık olsun, isterse de sevdiklerinin tamamından ayrılık söz konusu olsun bu izzetli ve şerefli davadan bizi kim vazgeçirebilir? Kim Allah’ın dininin hâkim olmasını engelleyebilir. Allah bizden, cenneti karşılığında canımızı ve mallarımızı satın almışken, kim vazgeçirebilir bu kutlu davadan bizleri?

Çünkü bizler, “dünyayı 9 talakla boşadık ve gerçek hayat olan ahiretle sözleştik!”

Selam ve dua ile…

Yılmaz Çelik

A Tek 23, T Tipi C.İ.K.

Honaz - Denizli